Osmanlı mutfağında, adet olduğu üzere, bir sultan bir yemeği çok beğenirse, o yemek o sultanın adıyla anılmaya başlarmış. İşte Sultanreşat pilavının adı da bu şekilde konulmuş. Rivayet odur ki; Osmanlı döneminde İngiliz bir elçi, bir paşanın konuğu olur ve orada bir pilav yer. Bu pilavı o kadar çok beğenir ki aşçısına, gidip bu pilavın tarifini öğrenmesini ve kendisine pişirmesini rica eder. İngiliz elçinin aşçısı da gider, tarifi öğrenir ve elçiye pişirir, lakin elçi pilavı hiç beğenmez, paşanın yanında yediği pilavın tadını bulamaz.
Derhal aşçısını çağırtır ve bu pilavın, o pilava benzemediğini, tarifi doğru alıp almadığını sorar. Aşçı da, paşanın aşçısının ona tarifi vermek istemediğini söyler. Bunun üzerine elçi derhal paşaya ulaşır ve durumu bildirir. Paşa çok kızar, aşçısına neden tarifi vermediğini sorar. Aşçı da tarifi verdiğini söyler ve hatta oracıkta tekrarlar; el kararı pirinç, göz kararı su, el kararı yağ ve göz kararı tuz.
Farkettiyseniz annelerimizin de paşa aşçısından farkları yok, zira tam ölçüyle tarif veren bir anne henüz görülmedi. Neyseki sizler için bu güzelim Sultanreşat pilavının tarifini el kararı, göz kararı olmaktan çıkarıyoruz. Öyle bir heybetli, öyle bir lezzetli ki bir kaşık yer yemez, İngiliz elçisinin neden bir pilavın tarifi için neredeyse diplomatik bir kriz çıkarmayı göze aldığını anlayacaksınız. Tane tane, kar gibi bembeyaz bir pirinç pilavı, üstünde minik köfteler, bir de patlıcan. Bir insan daha ne isteyebilir ki. Sofranız bereketli, yemekleriniz afiyetli olsun.
Yorumlar
1