Kendimizi bildik bileli damaklarımızdan eksik olmayan yegane içecektir çay. Güne lezzetli bir kahvaltıda onunla başlar; akşam yemeklerinden sonra mideyi yatıştırsın diye içeriz. Hemen hemen her sofrada aramızdadır. Peki, çayı bu kadar sevmemizin temel nedeni ne? Çay kültürü nasıl oluştu? Çayın tarihi kimlere uzanıyor? Bu ve bunun gibi soruların cevabını birlikte aradığımız yazımıza alalım sizleri. Okurken, yanınıza bir demli çay alın, çünkü uzun bir yolculuk olacak
Ölümsüzlük iksiri
Milattan önceki Çince metinler çayı, ölümsüzlük iksiri olarak tanımlıyor. Çin'de altıncı yüzyıla kadar o kadar da popüler olmayan bu içecek, ilk olarak yaprakları çiğnenerek tüketiliyordu. Çay, zamanla kaynatıldı, kaynatılınca lezzeti daha da çok ortaya çıktı. Çay kaynatma ve içme, Çin'de bir ritüel halini aldı ve bu ritüel; kararlı olmak, disiplin, şiir ve güzellik gibi anlamları simgelemeye başladı. Yani bizi rahatlatan çay içme ritüeli, eski Çin'e kadar uzanıyor. Bir fincanı ile ruhumuzu doyuran çay, Çin'deki bu ritüel sayesinde bugünlere kadar gelmeyi başardı. Çin'de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasının ise pek çok nedeni var. Temel nedeni, çayın ruhu sakinleştirdiğine inanılması. Ayrıca çayın, ilaç olarak ortaya çıkması da önemli bir etken. Çay yapraklarının, bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve mide sorunlarına iyi gelmesi de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasının diğer bir nedeni.
Bir etik, bir felsefe...
Çin'de bir ritüel haline gelen "çay içme" zaman içerisinde Japonya topraklarına kadar yayıldı. Ardından bu ritüel, bir kültür halini aldı. Japonya'da kutsal olarak görülen bu içecek, kişiyi hayatın hareketliliğinden çıkararak sakin bir yolculuğa sokuyor. Bir aile içi ritüel olarak başlayan "çay içme", felsefi ve etik bir yaşam standardı haline geliyor. Özellikle; Çin, Japonya ve Türkiye'de çay evleri kurulmaya başlanıyor ve halk arasında farklı yapraklarla kaynatılarak tüketiliyor.
Demokratik bir içecek
Asya'dan Avrupa'ya kadar yayılmaya başlayan "çay", ülkelerin bulundukları siyasi ve kültürel konumlara göre farklı anlamlar taşımaya başladı. Çay gelene kadar "kahve" zenginlerin favori içeceğiydi. Fransa, İtalya ve Latin ülkelerinin birçoğu fakir oldukları zamanlarda çayı fazlasıyla tüketmeye başladılar. İngiltere ve Hollanda'da ise çay seçkin bir içecek olarak görülüyordu. Fakiri de zengini de çay içiyor, pek çok öğünde çaya yer veriyordu. Bu da çayın zamanla demokratik bir içecek olmasını sağladı.
Özellikle, İngiltere'de kahve çok popüler bir içecek olmadığı için çay sıklıkla tüketiliyordu. Adına "beş çayı" dedikleri, bir kültür oluşturup bu kültürde ikindi vakti; çaylarını demleyip, çayın yanında hamur işleri ve tatlılarla kendilerini dinlendiriyorlardı. Bir Fransız efsanesine göre, İngilizler savaşın en hararetli döneminde bile saat beşi gösterdi mi, bir ateşkes uyguluyor ve çaylarını içiyorlardı. Hatta, düşmanlarının buna saygı duyup, centilmence davrandıkları söyleniyor. Elbette, süslü İngiliz bardaklarında çaylarını yudumladıklarını düşünmüyoruz ama belki de bu kültür, o kadar stresli bir ortamda onların az da olsa rahatlamalarını sağlamış; memleket özlemlerini gidermiştir.
Çayizim
Japonya'da çay, etik ve estetik içerisinde yüceltildi ve bu durum “Çayizim” akımının ortaya çıkmasını sağladı. "Çay kitabı"nın yazarı Okakura Kakuzo’ya göre çayizim; “Gündelik hayatın kirli gerçekleri arasındaki güzelliğe hayran olma üzerine dayalı bir külttür.” Ayrıca der ki; “Aslında çayizim kusurlu bir ibadettir. Çünkü hayat dediğimiz imkansızlığın içinde mümkün olan her şeyi başarmaya yönelik bir çabadır.” Çay, insanı dinçleştirirken, kokusu ve aroması damak tadının farklılaşmasını sağladı. “O ne şarabın kibrini ne kahvenin öz güvenini ne de kakaonun masumiyetini barındırır.” Çayizim bir sanat ve estetik bir algı olarak tanımlandıktan sonra çay ekollerinin de oluşmasına öncü oldu.
Aynı bir yemek hazırlar gibi çay hazırlamak da oldukça önemli bir husustu. Çay yapraklarının kendine has aromalarını ortaya çıkarmak için usta eller lazımdı. Her bir çay yaprağı ayrı bir özgünlükte, su ve ısıyla ayrı bir ilişki içerisinde olduğu için pek çok ekol oluştu. Çayla alakalı zamanla 3 ana ekol ortaya çıktı; kaynamış çay, kremalı (sütlü) çay ve demlenmiş çay. Birçok çay satıcısı ve tüccarı bu çayları kendine has çay karışımları, demleme yöntemleriyle hazırlıyor ve sunuyordu. Birden fazla çay çeşidi olduğu gibi her birinin de tatları ayrı ve eşsizdi. Çayın yetiştiği toprak, bulunduğu iklim ve beslendiği su, çaya özel bir lezzet ve özgünlük katıyordu.
Çay efsaneleri
Çayın ortaya çıkışı ile alakalı pek çok efsane mevcut. Bunlardan biri, Çin İmparatoru'nun MÖ 2374’de bir kaza sonucu çayı fark etmesine dayanıyor. İmparator ormanda temizlenmek için su kaynattığı esnada hafif bir esintiyle birkaç yaprağın kaynayan suya düşmesi, imparatorun mis gibi kokular fark etmesine ve kaynayan suyu içmesiyle çayın serüveninin başlamasına yol açıyor.
Diğer bir efsane ise Hindistan tarafında mevcut. "Darma" adında bir keşiş, meditasyon için gittiği Himalayalar'ın yamaçlarında çay otlarını buluyor ve bunları kaynatıp içtikten sonra yorgunluğunun gittiğini, ruhunun sakinleştiğini, bilgi ve güzelliğe ulaştığını fark ediyor. Daha sonra bu yaprakları ve tohumları toplayıp, dağıtmaya başlıyor. O zamandan beri keşişler meditasyona yardımcı olması açısından çay içiyorlar.
Türklerin çayla buluşması ise gerçek anlamda 19. yüzyılda oldu. Onun öncesinde de adı geçse de net bir kayıt veya belge yok. Yine de farklı memleketlerde çayı tecrübe eden yazarların söylediğine göre, 1879 yılında Hacı Mehmet İzzet Efendi'nin çay tiryakisi olduğu söyleniyor. İzzet Efendi çayı, sağlığa iyi geldiği için içiyor ve tavsiye ediyormuş. Bazı kaynaklarda ise Türklerin çayla, Anadolu'ya ayak basmadan önce Orta Asya’da tanıştıkları söyleniyor. Çayı ilk kez içen Türk’ün ise, Hoca Ahmet Yesevi olduğu söylenmekte. Dünyanın yarısından fazlasının sudan sonra tükettiği en önemli içecek olan çay, uzun zamandır efsanelerin ve hayatın içinde bizimle birlikte. Serüveni ise her geçen gün demliklerde demlenerek ve bardaklara dolarak devam ediyor.
Kaynaklar
Ayrıca şu içeriklerimizi de belki incelemek isteyebilirsiniz:
Yorumlar
2