Hayat, sonunda hep kaybettiğin bir savaş. Bir strateji oyunu, bir kumar, "dört yanlışın bir doğruyu götürme" meselesi...
Ama bazı yanlışlar var ki tüm hayatını altüst edebiliyor, tüm doğrularını sıfırlayabiliyor. Sen sonra yalnız, sen sonra güçsüz, sen sonra çaresiz...
Her şeye en baştan başlamak o kadar zor geliyor ki. Ayağa ilk kalkmaya çalıştığın anda yeniden tökezliyorsun, yere düşüyorsun. Üstün başın toz, çamur içinde. Kirlisin, yanlışların seni kirletti. Egon, açgözlülüğün belki de gözünü kör eden aşktı seni yanlış üzerine yanlış yapmaya sürükleyen. Bilmiyorum, bilemiyorum.
Tek bildiğim geçen günlerde tanıştığım Cemil Şef'in altüst olan hayatının bir şansı daha hak ettiğiydi. Onun hikayesi hepimize bir şeyler öğretecek, hayata yeniden anlamlar yüklememizi sağlayacaktı.
Metronun girişinde ev yapımı sandviçler satan perişan bir adam
Geçtiğimiz haftalar... Kafeyi en son ben kapatıyorum. Karanlıkta tam kapıdan çıkarken ayağım bir şeye çarpıyor. Tökezliyor, biraz da korkuyorum. O sırada bir ses korkumu hisseder gibi tüm gücüyle bağırıyor: "Benim, benim korkmayın. Kaldırımda uyuyakalmışım, özür dilerim. Hemen gidiyorum" diyor.
Gözlerim karanlığa alışınca yere oturmuş adamı görüyorum. Uzun sakalları, kirli kıyafetleri var. Sonra tanıyorum onu. Her sabah metro girişinde sandviç satan adam bu. Hatta bir sefer kafeye de gelmiş, kafede satmak için sandviç alıp alamayacağımızı sormuştu bana. "Mutfakta kendi şefimiz ve ekibi var. Her şeyi kendimiz yapıyoruz biz. Teşekkürler" demiştim ona. O da "2-3 tane alsanız denemek için. Seveceğinizden eminim, belki fikriniz değişir" demişti. Ben de parasını verip kendim için sandviç almıştım ona birazcık da olsa yardım etmek için. Adamın gözleri buğulanmış, utanmış, arkasını dönüp ayaklarını sürüye sürüye uzaklaşmıştı.
O zaman üstü başı daha derli topluydu ama eminim şu an yerde oturan bu genç adam sandviçci o adam. Ama yine de şüphelerimi doğrulamam lazım. "Siz metronun orada sandviç satıyordunuz, değil mi?" diyorum. Adam oturduğu yerden yavaş yavaş kalkıyor. Göz gözeyiz artık. "Evet" diyor, "Ama artık işsizim."
Hafızamı zorluyorum. Adam haklı, onu orada görmeyeli uzun zaman olmuş. Yanından geçip gidip unuttuğumuz ne kadar çok insan var. "Aa" diyorum, "Neden bıraktınız sandviç işini? Sizden almıştım bir kez, gerçekten de çok lezzetliydi."
"Ben bırakmadım" diyor yüzümün tüm ayrıntılarını inceleyen adam, "Zabıta el koydu tezgaha. Ben de o zamandan beri böyle boş boş dolaşıyorum sokaklarda. İş arıyorum ama sanırım tek yapabildiğim iş yemek yapmak. Onu da yapmama izin vermiyorlar."
Konu yemek olunca tabii durum hemen dikkatimi çekiyor.
"Sandviç dışında da yemekler yapıyorsunuz yani..." diyorum.
Karşımda duran genç adam derin bir nefes alıyor.
"Uzun ama can sıkıcı bir hikayeye hazır mısın?" diyor sonradan adının Cemil olduğunu öğrendiğim adam.
"Evet" diyorum bir saniye bile düşünmeden.
Kafenin önündeki kaldırıma oturuyoruz ve Cemil hikayesini anlatmaya başlıyor.
"Yemek yapmak gençliğimden beri en büyük tutkumdu benim. Küçükken bile annemi mutfaktan kovalar, ortalığı dağıtır, olmayacak malzemeleri olmayacak malzemelere ekler, kendi tariflerimi uydururum. Üniversitede işletme okumama rağmen gönlüm hep mutfaktaydı. Gittim bulaşıkçılık bile yaptım mutfağa yakın olmak için. Üstelik ailemin durumu da çok iyiydi. Sonra mutfak kısmına yavaş yavaş geçiş yaptım. Çok şey öğrendim çalıştığım yerlerde, kendimi çok geliştirdim. Şanslıydım, hep en iyilerle çalıştım. Şeflerim sürekli bende yetenek olduğunu, yaratıcı olduğumu söylüyor, bu mesleğe devam etmem için beni motive ediyorlardı. Ama benim gözüm daha yukarılardaydı. Ülkenin en iyi restoranına sahip olmak istiyordum. Ödüller almak, yurt dışında isim yapmak istiyor, paraya para demeyeceğim bir hayat hayal ediyordum.
Bu hırsla gittim babamdan ve sağdan soldan bir sürü borç aldım. Restoranımı açtım. Hayallerim yavaş yavaş gerçek oluyordu. Kısa süre içinde restoranın adı duyuldu. Ünlüler, sosyetik isimler restorana akın etmeye başladı. Gazeteler röportaj için sıraya giriyor, televizyon kanalları kameralarını restoranın kapısına yığıyordu. Hiç alışık olmadığım bir şöhret patlaması yaşadım o dönemde. Adeta ünden, başarıdan sarhoş olmuştum. Ama bunlar da yetmiyordu bana, daha iyi olmak istiyor, tüm rakiplerimi piyasadan silmek istiyordum. Bunun için kirli oyunlara bile girmiştim hatta. Diğer yandan en kaliteli malzemeleri alıyor, dekorasyonu sürekli gereksiz ayrıntılarla yeniliyor, kristal bardaklara yenilerini ekliyordum. Kısacası çok ama çok para harcadım. Kazandığımdan 10 katından fazlasını belki de.
Farkında olmadan öyle bir borç batağına saplanmışım ki ancak restorana ve eve gelen hacizlerle kendime gelebildim. Bankalardan dost sandıklarıma kadar hemen herkes dava açmıştı bana ve o kadar parayı ödeyebilmem mümkün değildi. Kısacası bir anda her şeyi kaybettim. Paramı, restoranımı, evimi. Ve hatta karımla oğlumu.
En az benim kadar ilgi sarhoşu olan karım artık her gün kendine yeni bir mücevher alamayacağını öğrendiğinde beni terk etti. Oğlumu da alarak evden bir gün çıktı ve asla geri gelmedi.
Kısacası ülkenin en iyi şeflerinden biriyken rutubetli bir bodrum katında yaşayan, evde yaptığım sandviçleri sokakta satarak üç kuruş parayla geçinmeye çalışan bir berduşa dönüştüm. Eskiden restoranın kapısında kuyruk oluşturan, rezervasyon yaptırmak için araya hatırlı tanıdıklarını sokanlar şimdi sokakta beni gördüğünde tanımıyor. Bazen evsiz sanıp önüme sadaka atanlar bile oldu. Oysa ki benim tek istediğim yemek yapmak. Benim tek istediğim mutfakta olmak. Yanlışlarımı düzeltmek. Hayata yeniden başlamak. Çünkü bu hayatta artık kendim ve evde beslediğim üç kedimden başkası yok. Yeniden başlamalıyım, kendime acımayı bırakmalı ve yeniden Cemil Şef olmalıyım."
Cemil Şef hikayesini bitirdikten sonra yüzüne daha dikkatlice bakıyorum. Doğru söylüyor. Hatırlıyorum onu. Gözlerinden acıyı, yüzünden sakallarını kessek ve şef önlüğü giydirsek bir zamanlar her yerde gördüğümüz o çok ünlü şef olacak yeniden. İstanbul'un en popüler restoranının eleştirmenlerden tam not alan başarılı ve yetenekli aşçısı olacak.
Aklıma bir fikir geliyor. "Yeniden mutfağa girmek istiyorum dediniz. Eğer bunu gerçekten istiyorsanız belki size yardım edebilirim. En azından bir şansımızı deneyebiliriz" diyorum.
"İstiyorum. Çok hem de" diyor.
Ne yapacağımı çok iyi biliyorum. "Kısa bir telefon konuşması yapıp geleceğim" diyerek adamdan uzaklaşıyorum.
Birkaç dakika sonra geri dönüyorum kaldırıma. "Yarın 1'de iş görüşmeniz var" diyorum, "Bir arkadaşım uzun süredir işlettiği mekana mutfağı çekip çevirecek birini arıyordu. Onunla konuştum, yarın 1'de sizi bekliyor. Ama öyle sizin eski restoranınız gibi havalı bir yer değil. 5-6 masalık ufak bir restoran. İlgilenir misiniz yine de?" diyorum.
"İlgilenmez miyim hiç? Çok isterim ama gidemem ben görüşmeye" diyor yüzünü yere dikerek.
Şaşırıyorum. "Neden?" diye soruyorum.
"Gitsem de almazlar çünkü" diyor. "Şu üstümdekilerle, şu saç-sakalla beni kapıdan içeri bile sokmazlar. Ne berbere gidecek, ne de üstüme yeni bir şey alacak durumum yok. O yüzden sizi de rezil etmeyeyim, arayın gelemeyeceğimi söyleyin" diyor.
Hayır, bu kadar çabuk pes edemezsin Cemil Şef. Tökezleyeceğini bilsen de kalkacaksın düştüğün yerden. Koşamasan da emekleyeceksin. Pes etmeyeceksin.
"Önce sabah 11'de benimle metronun önünde buluşun. Sonra hala gitmek istemezseniz arayıp iptal ederim, söz" diyorum.
Cemil Şef kabul ediyor ve sabah tekrardan görüşmek üzere kafenin sokağında birbirimizden ayrılıyoruz.
1 saatte her şey değişir
Ertesi sabah tam 11'de metronun önüne geldiğimde Cemil Şef beni bekliyor. Heyecanı her halinden belli ama umutlanmak da istemiyor. Gözlerinden her şey belli oluyor. Onunla önce küçük bir berbere, ardından bir giyim mağazasına gidiyoruz.
Bir saat içinde Cemil Şef bambaşka birine dönüşüyor. Çok yakışıklı, çok beyefendi, çok havalı biri artık.
Cemil Şef bana defalarca teşekkür ediyor, bana borcunu ödeyeceğini söylüyor ve o iş görüşmesine gidiyor.
Cemil Şef birkaç haftadır o restoranda çalışıyor. Artık sigortalı bir işi, kirasını ödeyebildiği bir evi, gönül rahatlığıyla besleyebildiği kedileri var. Yeniden en sevdiği yerde, mutfakta.
Cemil Şef yuvasına döndü.
Cemil Şef'in daha yapacağı çok tarifi, anlatacak daha çok hikayesi var.
Yorumlar
0