Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane…
Kahvenin, kültürümüzdeki anlam ve işlevini daha iyi açıklayan bir cümle herhalde yoktur. Kahvenin kökeni hakkında rivayetler muhtelif. Kahve de aynı çay gibi sohbeti, muhabbeti çağırır. Ama farklı çeşitleriyle kendini öyle bir sevdirdi ki, yalnızca bahane olmaktan çıktı ve geldi hayatlarımızın önemli bir köşesine oturuverdi. Yorgunluk kahvesi, keyif kahvesi, dedikodu kahvesi, ders çalışma kahvesi gibi biçimlere de büründü. Kimi zaman tek başımıza içsek ve bundan keyif alsak da topluca ve muhabbetle içilen kahvelerin tadı hep başka.
Nasıl ki İngiltere’de çay yetişmemesine rağmen bir 5 çayı kültürü oluştuysa, bizim ülkemizde de kahve ağacı yetişmemesine rağmen yüzlerce yıllık bir kahve kültürümüz var. Hatta Türk kahvesinin bir içilme adabı bile var. Peki, bu kültür nasıl oluştu? Aslında tek cevabı var: Kahveyi çok sevdik, çok!
Osmanlı tarihçisi Peçevî’ye göre, Osmanlı gündelik yaşamına kahve Yemen’den uzunca bir yol kat ederek 1555’te girer. İki kişi, “Halepli Hakem adında bir herif ile Şamlı Şems adında bir zârif” İstanbul’a gelip Tahtakale’de büyük bir dükkân kiralayıp kahvehane olarak işletmeye başlarlar.
Her yanı saran mahalle kahvehaneleri
Kahvenin memlekete girmesiyle peş peşe kahvehanelerin açılması bir olur. Neredeyse her mahallede, müdavimlerinin özelliklerine göre çeşit çeşit kahvehane açılır. Hamal kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, yeniçeri kahvehaneleri, tulumbacı kahvehaneleri gibi farklı türde dükkânlar doldurur şehirleri. Evliya Çelebi’nin söylediğine göre, onun zamanında yalnızca İstanbul’daki kahveci ve kahvehane sayısı toplamda 800 kadardır. 16. yüzyıla göre iyi bir rakam.
Hatta bazı kahvehanelerde müzikli meddahlı gösteriler icra edilmeye başlar. Ayrıca kahvehanelere daha çok okuryazar insanlar gitmektedir ve buralarda gerek siyasi gerek sosyal yaşamla ilgili konularda sohbetler edilir. Böylece çok kısa sürede kahvehaneler, halktan erkeklerin buluşma ve sohbet etme mekânları haline gelir.
Kadınlar kahvesi: Hamamlar
Özellikle “erkekler” diye belirttik. Çünkü kadınlar, bu kahvehanelere uğramazlar. Ama kahve sohbetinden de geri kalmazlar. Böylece hamam eğlencelerine kahveyi de katarlar ve hamamlar, bir nevi kadın kahvehaneleri haline gelir.
Bir açılıp bir kapatılıyor kahvehaneler
Kısa süre sonra Osmanlı Devleti, halkın bu kahvehanelerde toplanıp siyasi sohbetler yapmasını tehlikeli bulmaya başlar. Devletin bu sosyalleşme mekânlarını kontrol edebilmesi çok zordur, bu yüzden zaman zaman alınan kararlarla kahvehaneler kapatılır. Bir müddet sonra yeniden açılır, sonra tekrar kapatılır. Bu, bu şekilde yüzyıllarca sürer. Fakat bu kapatmalar da insanların kahve zevkini ve sohbetlerini engelleyemez, seyyar kahvehaneler ortaya çıkar. Ne zaman mekânlar kapatılsa, insanlar seyyar kahvehanelerde buluşmaya başlar.
Kahveden kıraathaneye: Kahvelerin okuma salonuna dönüşmesi
Kahvehanelere daha çok okuryazar insanlar gelip, düzeyli sohbetler ediyordu başlarda demiştik. İşte Kanuni Sultan Süleyman da kahvehaneleri kapatmaya çalışmaktan bıkmış olacak ki bunun yerine, muhalefet ve isyana neden olabileceğinden endişe edilen bu mekânlarda konuşulan konuları değiştirmeye çalışmaya karar verir. Kahvehane müdavimleri zaten buralarda bir şeyler okumaktadır. Kanuni, edebi ve tarihsel değeri yüksek konularla ilgili basit hikâyeler yazılmasını ve bunların kahvehanelere dağıtılmasını emreder. Böylece insanlar daha çok kültürel konularda yoğunlaşsın ister. Öte yandan kahveye yeni vergi yükleyip fiyatını yükselterek daha az içilmesini engellemeye çalışmaktan da geri durmaz.
Kahve içmenin yasaklanması ve kahvehanelerin kapatılmasına ilişkin en büyük girişim, IV. Murat döneminde (1623-1640) olur. Fakat daha sonraları, devlet sürekli kahvehaneleri kapatmak yerine onlardan elde ettiği geliri artırma yolunu seçer ve yeni vergiler getirir.
Yorumlar
0