Merhaba, yeniden ben. Kafedeki kız.
Beni merak edenler için söyleyeyim; iyiyim. Kırık döküğüm hala ama iyiyim. Yeni işime, bu kafeye alıştım. Kahveleri dökmeden taşıyabiliyorum artık. Kafeye giren mutlu çiftleri gördüğümde gözlerim daha az doluyor. Hayatın devam ettiğini hissedebiliyorum.
Bu hafta oldukça sakin geçti. Gelen giden azdı, sorun çıkaran müşteri neredeyse olmadı. Vişneli cheesecake'e ilgi yoğun, havaların güneşli olmasıyla sıcak çikolataya olan talep daha azdı. Zehra Teyze ile Osman Amca gerçekten de neredeyse her gün geldi. Bazen sadece uzun uzun bakışıp oturdular, bazense Zehra Teyze gülümsedi, Osman Amca ile birlikte benim de dünyam aydınlandı. Zehra Teyze'nin "hatırladığı" günler en güzel günlerim oldu.
Ama işte bu hafta kafede çok fazla yoğunluk olmayınca kendimi üzecek de çok zaman buldum. Onu bu hafta çok özledim mesela. Siyah ve gür saçlarını özledim, elini saçının arasından geçirmesini, gülerken dudaklarını büzüştürmesini, heyecanlı el hareketlerini, kaçamak ama dik bakışlarını özledim. Yakınında olup ona dokunamadığım her günü özledim.
Ama ta ki düne kadar... Dün kafede şahit olduğum bir olay tüm her şeyi değiştirdi. En çok da beni...
Öğle saatleri... Kafe normale göre biraz daha kalabalık. Fonda Joy Division'dan Love Will Tear Us Apart çalıyor. Öğle arasına çıkan beyaz yakalılar, okuldan kaçıp gelen öğrenciler, alışverişe çıkıp soluklanmak isteyen kadınlar, kaçamak yapan sevgililer; hepsi kafeye doluşmuş durumda.
Sanıyorum bir ya da iki masa boştu, genç bir çift geldi. Sokakta parmakla ideal çift olan gösterilenlerden... Kadın çok güzel, çok naif ama anlamlandıramadığım bir vazgeçiş var yüzünde. Adamın dünyadan bıkmış gibi bir hali var. Kasaya yakın olan masaya oturdular. Yan masanın siparişlerini götürdükten sonra onların siparişlerini almak için yanlarına gittim. Kadın sütlü, adam sade filtre kahve istedi. Ardından kadın tatlı menüsüne baktı ve hızlıca limonlu tiramisuda karar kıldı.
Siparişlerini masaya getirdiğimde aralarındaki gerginlik beni bile etkisi altına almıştı. Sanki bir fırtına kopmak üzereydi ve hiçbirimizin kaçacak bir yeri yoktu.
Korktuğum da oldu.
"Neden mi? Nedeni çok basit. Çünkü onunla köfte-ekmek yiyebiliyorum"
Izgara Somon TarifiYoğunluk biraz azalmıştı ve ben de kasanın yanındaki yerimde duruyordum. Sonra tekrar gözüm önümdeki masadaki çifte takıldı ve konuştuklarını duymamam imkansızdı.
"Neden mi? Nedeni çok basit. Çünkü onunla köfte-ekmek yiyebiliyorum." dedi adam.
Konuşmalarının başını kaçırdığımdan bu cümle onların hikayesini daha fazla merak etmeme yol açtı. Köfte-ekmek de nereden çıkmıştı şimdi? Neyin nedeni, neyin sonucuydu? Kadın neyi merak ediyordu? Onları dinlemeye devam ettim.
"Köfte-ekmek mi? Beni aldatmanın sebebi köfte-ekmek mi yani?" diye sordu kadın.
Adam hafifçe, hatta arsızca bile denebilecek bir şekilde güldü. "Evet" dedi, "Çünkü onunla sahile inip köfte-ekmek yiyebiliyorum." Birkaç saniye sessizlik oldu ve sonra adam söze devam etti:
"Seninle ilk yemeğimizi hatırlıyor musun? Loş, çok şık bir restorana gitmiştik. Ne yediğini hatırlıyor musun? Izgara somon. Bir iş anlaşması için bir araya gelmiş gibi oturduk masada saatlerce. Sessizce somon yerken seni izledim. Seninle evleneceğimi biliyordum o sırada ve bunun bir iş anlaşmasından farklı olmayacağını da o gün anlamıştım."
andberlinKadın parmağındaki yüzüğe baktı uzun uzun. Dokunsam ağlardı o an, çok emindim. Kalbi öyle kırıktı ki...Onu aldatan kocasına bunu hissettirmemek için çaba harcıyor ama her halinden belli ediyordu. Sonra konuştu:
"Bir iş anlaşması gibiydi bizim evliliğimiz, haklısın. Çünkü sendin hep mesafeli olan. Sendin hep tutkudan korkan. Sen sevilmekten ölesiye korktun. Çünkü sevmek emek istiyordu, sevmek kendinden ödün vermeyi gerektiriyordu. Bana karşı yelkenlerini indirmekten korktun. Bense sadece doyasıya, hiçbir şeyden korkmadan seni sevebilmek istedim. Ben sevilmek kadar sevmek de istedim. İzin vermedin. Hep uzağında tuttun beni. Biraz yaklaşsam kaçtın. Bir evlilik içinde köşe kapmaca oynadık hep biz."
Adam omuz silkti. Söyleyeceklerini kafasında tarttı önce, sonra söze girdi:
"Üzgünüm ama sen benim köfte-ekmek yiyeceğim kadın olmadın hiçbir zaman, olamayacaksın da... Onunla rahatım. Ona sahibim. Sanaysa hiçbir zaman sahip olamadım. Onun için bir şeyler yapmama gerek yok, sen ise hep bir şeyler bekliyorsun benden. Seni sevmemi istiyorsun, ilgi istiyorsun, hep seninle vakit geçirmemi istiyorsun. O istemiyor, onunla güvendeyim. Senin de dediğin gibi tutku gerektirmiyor bu ilişki, tutku yıpratır. Biri beni severse ben de onu sevmek zorunda kalırım ve bu da beni yorar, süngülerim düşer, güçsüz olurum onun karşısında. Kusura bakma ama ben bunu yapamam. Ben senin beni sevmene izin veremem, ben seninle mum ışığında somon yiyen adam olamam."
Anladığım kadarıyla, kadın bunca yıldır bildiği şeyleri ilk defa sevdiği ama sevdiğini asla söyleyemediği adamın ağzından duyuyordu. Paramparça olduğunu hissedebiliyordum. Sevdiği adama bunca zaman ulaşmaya çalışmış ama bir gün biri gelip onu almıştı. Ve artık onun yapabileceği bir şey yoktu. O da şimdiye kadar en iyi yaptığı şeyi yaptı: Onu sevmeye devam etti.
Adam hesabı istedi, ödedi, güzel de bir bahşiş de bırakıp kalktılar. Kafeden çıkarken kadın parmağındaki yüzüğüyle oynuyor, adamsa telefonunu karıştırıyordu. Kadın eve gidip ağlayacak, adam gidip güvendiği limana sığınacaktı. Ve bu evlilik böyle yıllarca devam edecekti.
Zehra Teyze ile Osman Amca'dan her kusursuz aşkın içinde bir mutsuzluk olduğunu öğrenen ben, köfte-ekmeğin ayırdığı bu çiftten daha büyük bir ders öğrenmiştim: Sevgi insanları yalnızca birleştirmez, ayırırdı da. Hem de bazen sonsuza kadar... Ve o gün anladım; benim tamamlanmama daha çok vardı.
Yorumlar
0