Geçen haftalarda Kaş'taydım.
Farkındayım, kışta Kaş'a gitmek çok da iyi bir fikir değildi. Ama ben zaten hangi kararımı doğru verebildim ki?
Ama çok bunalmıştım İstanbul'un gürültüsünden, içimdeki susmak bilmeyen seslerden. Kaçmam lazım, uzaklaşmam lazımdı. Dünyanın gürültüsünü unutmam lazımdı. Ama Kaş'a gidince anladım ki çevrendeki evler, ağaçlar, insan yüzleri değişse de sen kendinden kaçamıyorsun. Binlerce kilometrelerce uzaklaşsan da kendine daha fazla yakınlaşıyorsun.
Bana öyle oldu. En azından ilk başlarda... Dışarı çıkasım bile yoktu. Sadece yemek yemek için sokağa adım atıyor, tek başıma yemeğimi yiyor, biraz yürüyüp odama dönüyordum. İçimdeki ses artık İstanbul'un gürültüsünden bile fazlaydı. Yalnızlığım tenime batıyordu. Artık 3.gün olduğunda hangi boş yatakta yatacağımı seçmek bile canımı acıtıyordu.
Ama sonra bir şey oldu.
Aşık oldum.
***
İstanbul'a dönmeme çok az kalmış, artık odalara sığamaz olmuşum. Akşam saatleriydi, dışarı çıkmaya karar veriyorum. Bir şeyler yer içer, odama döner, ağlaya ağlaya uyurum diye düşünüyorum. Sonrası ise bana bile sürpriz oluyor.
Sahile iniyorum. Kaş, mevsimin acımasızlığına rağmen çok güzel. Her zamanki gibi büyülüyor insanı, nefesini kesiyor. Bir mekana oturuyorum. Boş boş düşünürken bir anda karşımdaki masada oturan grubu fark ediyorum. Üç erkek arkadaş gülüyor, eğleniyor, muhabbet ediyorlar. Ama biri... Biri var aralarında, ben bu dünyada ondan daha güzel bir şey görmemiş olabilirim. Garip bir şey var onda, bakışlarında sanki "Korkma, ben varım" yazıyor. Sanki onu tüm hayatım boyunca tanıyorum da daha önce hiç yan yana gelmemişiz gibi hissediyorum kendimi. Tüylerim diken diken oluyor, ellerimi masada koyacak yer bulamıyor, saçımı kaç kere düzelttiğimi bilemiyorum.
Sonra o da beni fark ediyor. Göz göze geliyoruz. Birkaç saniye sürüyor bu buluşma, ben sonra ne yapacağımı bilemeden gözlerimi kaçırıyorum. Çünkü gerçekten bilmiyorum. Kalbimi kıran, paramparça eden, beni dünyanın en umutsuz insanına dönüştüren adamdan sonra birinin gözlerinin içine korkmadan nasıl bakılır, bilmiyorum. Her baktığım yere acıyı götüreceğimden korkuyorum. Kendimden, olacaklardan, olamayacaklardan korkuyorum.
Gece boyunca birkaç kez daha göz göze geliyoruz. Sonra bir anda hesabı istiyor ve masadan kalkıyorlar. Korkularım gerçeğe dönüşüyor.
Ertesi gün Kaş'taki son gecem. Sabah uçağa binecek, şehrime dönecek, kendimi kahve fincanları, çay bardakları, pasta tabakları arasında kaybedecek, başka insanların hikayesine dahil olurken kendimi unutacağım.
Tüm bunları düşünürken bir yandan da dün gördüğüm ve uzun zaman sonra bana kalbimin yerini hatırlatan çocuğu düşünüyorum. Daha doğrusu ondan başka hiçbir şey düşünemiyorum. Dayanamıyor, belki görürüm diye dün gittiğim mekana yeniden gidiyorum. Ama yok, yoklar. Şaşırmıyorum tabii. İstediğim şeylerin olmamasına çok alışığım ben. Biraz oturup bekliyorum ama gelmiyor.
Ama odama geri dönüp kendime acımaya henüz hazır değilim. Kaş böyle bitmemeli. Bu yüzden Limanağzı teknelerinin kalktığı iskeleye gidiyorum ve denize ayaklarımı sallayarak oturuyorum. Yüreğimden daha karanlık olan gökyüzüne bakıyorum uzun uzun.
Ama o karanlık geceler biri geldiğinde bir anda panayıra dönüşüyormuş, sonradan anlayacağım bunu. Çünkü sol omzumdan bir ses duyuyorum: "Burası boş mu?" diyor huzur dolu bir ses. Sanki o iskelede bizden başka kimse varmış gibi...
Başımı kaldırdığımda onu görüyorum. Size ayaklarımın benden bağımsız olarak nasıl titrediğini, ağzımın kuruduğunu, avuçlarımın terlediğini ve bunların nasıl birkaç saniye içinde gerçekleştiğini anlatabilmem mümkün değil.
"Sen şu dünkü kafedeki kız değil misin?" diyor sesine sarılmak istediğim.
Herkesin görüp kimsenin tanımadığı Kafedeki Kız'ı o bir görüşte tanıyor.
Sonra çok kısa kısa konuşuyoruz. Tek bildiğim İstanbul'da yaşadığı. Bana bir ömür gibi gelen beş dakikanın sonunda "Biraz susup gökyüzüne bakalım mı?" diyor ve biz uzun uzun susuyoruz o gece Kaş'ta. Denizin küçük dalgaları arasında, yıldızların sönük ışığı altında birbirimize söz verir gibi susuyoruz.
Sonra bir anda ayağa kalkıyor ve sadece "İyi geceler" diliyor.
Ben son bir can havliyle ağzımı açıyorum. "Ben yarın dönüyorum. İstanbul'a...." çıkıyor sadece ağzımdan.
"Ben de" diyor "Görüşürüz."
Beni karanlığın içinde tek başıma bırakarak gidiyor. Bıraksa ömür boyu sevebileceğim adamın bana döndüğü sırtına bakıyorum ardından. "Onu bir daha hiçbir zaman göremeyebilirim" diyorum kendi kendime. Artık odama geri dönüp kendime acımaya başlayabilirim. Hak ettim bunu.
Kafeden içeri yeni evli bir çift girer ve her şey değişir
Ve İstanbul'a geri dönüyorum. Kafemdeyim. Sipariş alıyor, sipariş götürüyor, insanları dinliyor, insanlar tarafından dinlenmiyorum. Hayat tekdüzeliğine çoktan kavuşmuş durumda. Kaş'ta sahilde oturan kızdan fersah fersah uzaktayım.
Ama sonra hayatımı değiştirecek bir hikayenin kahramanıyla tanışıyorum. O bana gerçek karanlığı ve karanlıktan sonra doğan güneşin en parlak halini gösteriyor.
**
Bir gün kafeden içeri genç bir çift giriyor. Kız beyaz uzun bir elbise giymiş, erkekte takım elbise var. Belli ki onları ayakları buraya getirmeden önce sade bir nikah töreni yaşanmış. İkisi de çok mutlular, birbirlerine bakarak gülümsüyor, kendi hallerine şaşırıyorlar.
Sonra kafenin tuvaletine gittiğim bir anda beyaz elbiseli kadını lavaboda aynaya bakarken yakalıyorum. Dayanamıyor, "Çok güzel gözüküyorsunuz. Ömür boyu mutluluklar" diyorum.
Bunu dememle birlikte kadının dudakları titremeye, gözleri sulanmaya başlıyor. Telaşlanıyorum, yine istemeden birini üzdüm diye kendime kızıyorum.
"Özür dilerim, özür dilerim, sizi üzmek istememiştim" diyorum.
Kadın, "Üzülmedim, sadece ömür boyu mutlu olabilir mi insan onu düşündüm bir an. Yaşadığım onca şeyden sonra bunun mümkün olma ihtimalini getirdiniz aklıma. Siz bakmayın bana" diyor.
İyice meraklanıyorum. "Yaşadığım onca şeyden sonra" derken ses tonu bile farklı çıkıyor çünkü. Bilirsiniz beni, gerçeği öğrenmeden hiçbir hikayeyi yarım bırakmam.
"Anlatmak isterseniz dinlerim" diyorum. "Belki yardımcı olabileceğim bir durum vardır."
Karşımdaki yeni evlenmiş, güzeller güzeli kadın gözlerindeki bulutları eliyle kovalıyor ve bunca sene susmuş gibi anlatmaya başlıyor.
"Metin ile bugün evlendik. Metin benim lise arkadaşım. Lisede üç iyi arkadaştık biz. Metin, Can ve ben. Birbirimizden gizlimiz saklımız yoktu, her şeyi beraber yapar, her yere beraber giderdik. Yediği içtiği ayrı gitmez derler ya, tam olarak oyduk biz. Sonra üniversitede yollarımız ayrıldı. Hepimiz farklı üniversiteleri kazandık. Ama eskisi kadar sık olmasak da konuşmaya, görüşmeye devam ettik. Kopmadık birbirimizden.
Sonra ben üniversitedeyken aşık oldum. Dersime giren bir asistandı. O da beni sevdi. Yani ben öyle sandım. Burak'tı adı. Burak ile ilişkimiz başlayınca ben biraz uzaklaştım bizimkilerden. Zaten üniversite biter bitmez de evlendik Burak'la.
"Tek görevim yemek yapmakmış da ben de bunu başaramadığım için eksik bir kadınmışım gibi beni yerden yere vuruyordu"
Çok mutluydum, aşkı bulmuş, aşık olduğum adamla evlenmiştim artık. Çoğu insandan çok daha şanslıydım. Ayaklarım yere basmıyordu. Ama evlendikten kısa süre sonra Burak değişti. Kafayı yemek yapamıyor olmamla bozmuştu. Tamam kabul evlenmeden önce pek yemek yaptığım, tarif bildiğim söylenemezdi, kabul belki de harika yemekler yapamıyordum ama çabalıyordum. İşi gücü bırakmış, o biraz mutlu olsun diye mutfaktan çıkmaz olmuştum. Yemek kursuna bile yazıldım. Annemden çeşit çeşit tarifler alıyor, tüm püf noktalarını birebir uyguluyor, her gün yeni bir şey deniyordum. Neredeyse tüm günüm yemek videoları izlemekle geçiyordu. Belki profesyonel bir aşçı gibi değildi yemeklerim ama yine de iyiydi, asla onun deyimiyle "rezalet" değildi. Ama bunlar asla ona yetmiyordu, ne yapsam beni beğenmiyor, tek görevim yemek yapmakmış da ben de bunu başaramadığım için eksik bir kadınmışım gibi beni yerden yere vuruyordu.
Yemek yapmayı bilmiyorum diye bana etmediği hakaret kalmamış, her denememde kusur bulmaya başlamıştı. "Çorba çok tuzlu olmuş" diyip tuzluğu kasenin içine atıyor, "Bu ne lapa gibi" diyerek pilavı salonun ortasına döküyor, tabakları bardakları kırıyor, sürekli bağırıyor çağırıyor, kapıyı çarpıp gidiyordu.
Sonra bir gün benden boşanmak istediğini söyledi. Aşık olduğum, aşkından gözümün hiçbir şeyi görmediği adam yemek yapamadığım için benden ayrılmak, benden boşanmak istiyordu. Mahvoldum. Yalvardım defalarca. Dinlemedi beni. Yüzüme defalarca beni istemediğini haykırdı. Ve boşandık.
Yorumlar
24