Büyüklerimizden "Nerede o eski ramazanlar..." şeklinde başlayan yakınmaları en az bir kez işitmemiş olan yoktur diye düşünüyoruz. Uzun uzun anlatılan, eğlencesi, coşkusu hiç bitmeyen iftar sonrası eğlencelerine, ramazanın gerçekten birlik ve beraberlik olduğunun sonuna kadar hissedildiği o sofralara, yardımlaşmanın, halden anlamanın tam anlamıyla yaşandığı geleneklerimize doğru uzanıyoruz.
Birkaçı hala bazı yörelerde uygulanan ama çoğu gitgide unutulmaya başlanan geleneklerimize...
Çünkü unutmayalım, hayatımızda olmaya devam etsinler istiyoruz. Baksanıza nasıl güzel, nasıl ince düşünceler bunlar... Geçmişte neredeyse her evde yaşanan bu şahane gelenekleri görünce ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız zaten. Lafı daha fazla uzatmadan eski ramazanlara gidelim.
Sahi, ramazan neydi?
Ramazan lezzetti: Sahurda temcit pilavı hazırlanırdı
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürmek şeklinde bir deyimde kullandığımız için aşina olduğumuz temcit pilavı, aslında en leziz ramazan geleneklerimizden. Eskiden camilerde sahurun bittiğini haberdar eden sabah ezanının ardından temcid duası okunurmuş. Haliyle sahura temcid diyen de çokmuş. Bunun üzerine bir de sahurda arpa şehriyeli, tereyağlı nefis pilavlar yemek adet olunca, bu pilavın adı temcit pilavı olarak anılmış yıllarca.
Bizim kullandığımız deyime gelirsek, bir şeyi defalarca tekrar etmek anlamında kullandığımız bu söz, aslında bu enfes sahur pilavının iftardan kalan pilavın ısıtılması sonucu ortaya çıktığına inanılmasına dayanıyor. Oysa bu pek de doğru sayılmaz, çünkü iftarda pilav olsa da sahurda o pilav yeniden ısıtılıp sunulmaz, teravihin ardından taptaze temcit pilavları yapılırmış.
Ramazan halden anlama zamanıydı: Davulculara yemek ve küçük hediyeler ikram edilirdi
Şimdilerde iyiden iyiye azalmaya başlayan, üzerine tartışmalar yapılan ramazan davulcuları, eskiden de şimdi olduğu gibi insanları sahur vakti uyandırmak için sokak sokak gezerler, manileriyle insanları uykularından tatlı tatlı uyandırırlarmış. Ama o zamanlar, şimdiki gibi onlara sadece para verilmez, minnet göstergesi olarak evde olan yemeklerden, tatlılardan da ikram edilirmiş. Özellikle katmer ve kete gibi lezzetlerimizle havlu, mendil gibi küçük hediyelikler en çok verilenlerdenmiş.
Ramazan yardımlaşmaydı: Varlıklı insanlar yoksullara yardımlarını gizli gizli yapardı
Ramazan vakti geldiğinde hali vakti yerinde olan insanların yoksullara daha bir önem verdiklerini, daha çok yardım yaptıklarını biliyoruz. Ama bu anlatacağımız daha farklı, daha naif, "Keşke hep böyle olsa..." diyeceğiniz türden. Çünkü eskiden zenginler yoksullara tamamen gizli bir şekilde yardım yaparlarmış. Mesela yoksul mahallelere gidip bakkaldaki veresiye defterinin borçlarını kapatırlar, yardım yapan da yardım yapılan da birbirlerini asla tanımazmış. Zaten ramazan yardımlaşma, birbirinin halinden anlama değil miydi? Gösteriş yapmak, böbürlenmek, yüksekten bakmak niye?
Ramazan bir sofranın etrafında toplanabilmekti: Ev sahipleri iftara gelen misafirlerine diş kirası verirlerdi
Osmanlı zamanında oldukça yaygın olan "diş kirası" geleneği, bölgenin ileri gelenleriyle yoksullarının bir araya gelmesi, aynı iftar sofrası etrafında buluşmasıyla başlıyor. Varlıklı insanlar, konaklarında ya da köşklerinde devasa sofralar kurup misafirlerini davet ediyor. Maddi durumu kötü insanlar, davetli olmasalar bile "Tanrı misafiri" olarak buyur ediliyor, yemekler afiyetle yeniyor.
Konukları ayrılırkense ev sahibi, her konuğuna diş kirası adı verilen küçük hediyeler veriyor keseler içinde. Bunu yapmasının sebebi ise kendisinin sevaba girmesine neden oldukları için konuklarına teşekkür etmek. Diş kirası alanlar da bugün hala sıkça kullandığımız "Kesenize bereket" sözüyle iyi niyetlerini gösteriyorlar.
Keselere ne konuluyor diye merak ettiyseniz onu da hemen açıklayalım. Ev sahibi keselere genellikle gümüş, oltu taşı ya da altın gibi değerli maddelerden yapılmış yüzükler, tesbihler, küçük mutfak gereçleri ya da doğrudan para koyuyorlardı.
Yorumlar
0