Pasta Yaparak Kanseri Yenen İnci Hanım'ın Hüzünlü Hikayesi
27 Nisan 2018
Favorilerime Ekle
Bir gün bir hayat hikayesi dinledim ve hayatım değişti.
Artık hayatım İnci Hanım'dan önce ve sonra olarak ikiye bölünmüş durumda. İnci, bana insanın içindeki aydınlıkla karanlığın savaşını, hayatla ölümün aslında birbirini nasıl tamamladığını, sevgiyle yalnızlığın bitmeyen kavgasını öğretti. Eğer o güzel kalpli kadın olmasaydı dünya benim için hala loş, hala gri bir yer olacaktı.
Ama onun sayesinde anladım ki dünya ya siyah ya da beyaz. Arası, öncesi, sonrası yok.
Bu yüzden İnci'nin beyazdan siyaha, siyahtan yeniden beyaza dönen hikayesi bizi birbirimize bağlayacak, birlikte yeni bir gerçekliğin kapısını aralayacaktık.
***
Bir gün kafenin kapısından içeri tek başına bir kadın giriyor. Güneş alan tek masaya yöneliyor ama yüzünde kocaman bir tereddüt var. Çok güçlü bir duruşu ama bir yandan çok güçsüz, biri dokunsa tüm kaleleri yıkılacak, tüm zırhı paramparça olacak gibi bir hali var. Ve siz iyi bilirsiniz; ben böyle insanları bir bakışta tanırım.
Yalnız kadının siparişini aldıktan sonra "Bir dakika" diyor, "Bir şey sorabilir miyim size?" diyor.
Tabii anlamında başımı sallıyorum.
"Mutfakta çalışacak eleman arıyor musunuz? Pasta şefiyim de ben. İhtiyacınız varsa pastalarınızı ben yapmak isterim" diyor.
"Şu anda öyle bir arayışımız yok maalesef" diyorum ve arkamı dönüp işimin başına dönüyorum.
Ama henüz o zaman bilmiyorum ki henüz her şey daha yeni başlıyor. Çünkü bu soruyu daha defalarca duyacak ve her seferinde yalnız kadını yeniden hayal kırıklığına uğratacağım.
Yalnız kadın bu ilk karşılaşmamızdan sonra artık 2-3 günde bir, bazen her gün kafeye uğruyor. Ama artık masaya oturup sipariş vermek yerine direkt bana geliyor ve ilk gün sorduğu soruyu yineliyor.
"Mutfakta pozisyon açıldı mı?", "Pasta şefine ihtiyacınız var mı?", "Bugün bir değişiklik var mı?" gibi çeşitli sorularla hiç vazgeçmeden hayalinin peşinden koşuyor.
Ama her seferinde benim cevabım hayır oluyor. Ona her hayır diyişimde sanki bu benim suçummuş gibi, sanki onu yüz üstü bırakmışım gibi kendimden utanıyor, kendimle iç hesaplaşmalar yaşıyorum.
Yine bir gün kafede kadınla burun buruna geliyoruz. "Bugün bana iyi bir haber verin lütfen" diyor yalvarırcasına.
"Biraz daha beklemeniz gerekecek İnci Hanım" diyorum artık ismini öğrendiğim, yüzünü karış karış ezberlediğim, gece bile sesi kulaklarımda çınlayan kadına. "Durumlarda bir değişiklik olursa biz sizi hemen arayacağız, sadece biraz zaman lazım" diyorum.
İşte tam bu anda ne oluyorsa oluyor, film şu andan itibaren kopuyor.
"Benim zamanım yok, benim hiç zamanım yok" diyor.
İnci Hanım bir anda gözyaşlarına boğuluyor. Durduğu yerde sendeliyor, bayılacakmış gibi oluyor. Hemen yardımına koşuyorum. Koluna girip onu bahçedeki masalardan birine oturtuyorum. Biraz kendine geliyor.
"İyi misiniz İnci Hanım? Limonatadan bir yudum için, tansiyonuz düştü herhalde" diyorum arkadaşlarımın masaya getirdiği limonata bardağını işaret ederek.
"Kusura bakmayın lütfen, iyiyim iyiyim, sizi de korkuttum. Üzülmemem gerektiğini unuttum yine. Böyle oluyor arada, ne zaman üzülsem oluyor böyle..." diyor bunları söylerken daha da üzülerek.
Söyledikleri şaşırtıyor beni. Oysa ki ben sadece tansiyonun düştüğünü sanmıştım. Şimdi ne demek oluyor "Zamanım yok"lar, "Üzülmemem gerek"ler; bilemiyorum.
"Hasta mısınız?" diye soruyorum yine dilimin kemiğimi tutamayarak.
Hüzünlü bir gülümseme yayılıyor kırışmış dudaklarının kenarına. Tek bir sorumla tüm kaleleri yıkılıyor, tüm zırhı paramparça oluyor. Ve tüm bunların sorumlusu benim.
"Hastaydım demek daha doğru olur. İyileştim, iyileşiyorum. Tam olarak iyileşmek için pasta yapmaya ihtiyacım var. Ama işte..." diyor.
Uzun uzun susacakken yüzümdeki anlamsız ifadeyi görüyor ve ben hiçbir şey demeden her şeyi en baştan anlatmaya karar veriyor.
***
"Bundan 14 ay öncesine kadar kusursuz bir hayatım vardı. Çok sevdiğim bir nişanlım, koşarak gittiğim bir işim vardı. Aşık olduğum adamla evlenecek, ona benzeyen çocuklar doğuracaktım. Ama sonra bir gün tüm hayatım tepetaklak oldu.
Hiç beklemediğim bir anda meme kanseri olduğumu öğrendim. Üstelik kanser çok da ilerlemiş, neredeyse tedavi edilemez duruma gelmişti. Hani filmler de olur ya '3 ay ömrünüz kalmış' derler, aynı o sahneyi yaşadım ben. Filmlerin hayattan kopyalar taşıdığına o gün iyice inandım. Doktor, belki birkaç hafta, belki altı ay, belki de birkaç sene daha vaktim olduğumu söyledi. Sonra ölüm denilen o kocaman karanlık gelip beni alacak, beni küçükken bir yangında kaybettiğim annemle babamın yanına götürecekti.
Yıkıldım tabii. Hayallerim vardı benim, hayat doluydum, yaşamak, mutlu olmak istiyordum. Ama içime bir sinsi düşman girmişti, bana izin vermiyordu. Farklı doktorlar, farklı hastaneler gezdik ama sonuç aşağı yukarı aynıydı. Yine de ellerinden geleni yapmaya başladı doktorlar. Onlar beni yaşatmaya çalışıyor, ben de hayallerim için savaşıyordum.
Ama savaşı sandığımdan daha erken kaybettim. Hastaneden eve döndüğüm bir gün evimin kapısına bırakılmış bir not ile değişti hayatım.
'İnci, çok üzgünüm ama ben böyle devam edemiyorum. Sonunda mutsuz bir son olduğunu bile bile seninle bir şey yaşayamam. Kendime yapamam bunu. Ayrılmamız en iyisi. Umarım iyileşirsin. Beni affet... Cihan.'
Sevdiğim adam, nişanlım, evleneceğim erkek beni bir notla terk etmişti işte. Ölen bir kadına onun hayatında yer yoktu. Ölümümle uğraşamazdı, bu sorumluluğu alamaz, kendini böyle bir durum içine sokamazdı. O yüzden ölümle savaşan bir kadını yalnız bırakmak çok daha mantıklıydı. Bir köşede kimseye rahatsızlık vermeden ölsündü, daha fazla dram yaratmasındı; yeterdi.
Paramparça oldum. Meme kanseri değil belki ama Cihan öldürmüştü beni. İlk kez ölümü o gün tattım ben.
İkinci kez ölümü tattığımda ise müdürümün odasındaydım. Beni işten kovmak için birbirinden anlamsız cümleler kurmakla meşguldü hep rol modelim olarak gördüğüm müdürüm. Hastayım diye çok fazla izin alıyor olmam onları rahatsız etmişti. Kanserli bir çalışana ihtiyaçları yoktu. Zaten bugün yarın ölecektim, yerime birini aramak zorunda kalacaklardı, neden beklesinlerdi?
İşte böyle böyle önce sevdiğim her şey beni terk etti. Artık dünyanın en yapayalnız ölümünü bekleyen kadınıydım. Dünya çoktan beni silmişti üzerinden, dünya çoktan vazgeçmişti benden.
Ama biri vazgeçmedi benden ve hayatımı kurtardı. Hastanede tanıştığım bir kadındı o. Binnaz Abla. Binnaz Abla bana bir gün şuna benzer şeyler söyledi ve hayatımı değiştirdi.
'Bırak herkesi, sen kendine inan. Bu hastalığı yeneceğine önce kendin inan. Savaş demiyorum bak, onun kendi kendine savaş meydanından çekilmesine izin ver sadece. Bunun da tek bir yolu var. Sevdiğin, yaparken keyif aldığın, tüm dünyayı arkanda bıraktığın, geçmişini, şimdiyi, geleceğini unuttuğun bir şeylerle uğraş. Ne bileyim; örgü kursuna git ya da gir mutfağa saatlerce yemek yap. Dünya seni unutmadan sen dünyayı unut. Ancak bu şekilde bu savaşın galibi olabilirsin.'
Binnaz Abla bunları bana söylediğinde ayağa asla kalkamayacağımı düşündüğüm, en kötü zamanlardan birini yaşıyordum. Ama onun sözleri bana tahmin edemeyeceğim bir şekilde ilham verdi. 'En fazla ne yapmayı seviyorum ben?' diye düşündüm uzun uzun ve kendimi bir pastacılık kursunda buldum.
Pasta yapmak bir terapiydi benim için. Kekiyle, kremasıyla ayrı ayrı uğraşmak ve uzun saatlerin sonunda ortaya dünyanın en saf, en hayran olunası güzelliğini çıkarmak müthiş bir duyguydu. Çok mutluydum, uzun süredir olmadığım kadar mutlu. Her sabah uyanma sebebimdi mutfağa girip her gün yeni bir pasta denemek. Nefes almaya başlamıştım artık.
Sonra, sonra... Bir mucize oldu. Doktorlarım kanser hücrelerinin iyileşme belirtisi gösterdiğini söylediler. İnanabiliyor musun? İyileşiyordum. Kanseri yenmiştim ben. O yaptığım çikolatalı, meyveli, vanilyalı pastalar sayesinde kanserle olan savaşımı kazanmıştım. Üstelik herkese, her şeye rağmen...
Ama yine de son bir ameliyat olmam gerekiyor. Bu illetten tamamen kurtulmam için, hayatıma devam edebilmem için bir operasyona girmem şart. Ama işte... Para lazım. Tüm birikimim, evim, arabam tedavi masraflarıma gitti. Bana destek olacak bir nişanlım da yok üstelik artık, düzenli bir maaşımın olduğu bir işim de.
İşte bu yüzden her gün gelip iş istiyorum sizden. Çünkü bildiğim tek yol bu. Pasta yapmak. Benim hayatımı bir kez kurtaran o nefis pastalar belki yeniden kurtarır diye pasta şefi olarak çalışmaktan başka bir çarem yok. Para biriktirmem ve o ameliyatı olmam lazım. Hayatımı mahveden o sinsi düşmandan tamamen kurtulmam lazım."
***
İnci'nin hikayesi bittiğinde onun güçlü duruşunun altındaki kalbi kırık, yapayalnız kız çocuğunu artık çıplak gözle bile görebiliyordum.
Ve onu kurtarmak için her şeyi yapacaktım. Onu terk eden herkese inat onu kurtaracaktım.
Her şeye rağmen, herkese inat İnci yaşamalı
İnci, birkaç haftadır en sevdiği işi yaparak birbirinden harika pastalar hazırlıyor. Ameliyatı için para biriktirmeye başladı bile. Bizim kafenin de zamanında birlikte iş yaptığı bir düğün organizasyon şirketiyle konuştum ve İnci o günden beri onların bünyesinde birbirinden şık düğün pastaları hazırlıyor.
Kendi düğününü görememiş olsa da, hastalığından önce kendini beyaz gelinliğinin içinde sevdiği adamla evlenip düğün pastasını keserken hayal etmiş olsa da şimdi başkalarının hayallerini gerçekleştiriyor.
Çünkü o da biliyor ki, her şeye rağmen İnci yaşamalı.
Çünkü herkese inat İnci mutlu olmalı.
İnci, aydınlıkla karanlığın savaşında iyilerin de kazanacağını tüm dünyaya kanıtlamalı.
İnci, biz tüm terk edilmişlerin, tüm vazgeçilmişlerin, tüm yalnızların umudu olmalı.
Yorumlar
0