İbni Battuta, 1304 yılında Fas’ın Tanca şehrinde doğdu. 14 Haziran 1325’te Hacca gitmek üzere yola çıktı. 29 yıl boyunca ülkesine dönmedi. Kuzey Afrika’dan İspanya’ya, Orta Asya’dan Anadolu’ya yüzlerce bölgeyi gezdi. Bundan tam 683 yıl önce ise Anadolu’yu baştan sona gezdi. Ömrü boyunca at üstünde veya yürüyerek kat ettiği mesafenin 73 bin mil olduğu ve bu rakamla ünlü İtalyan seyyah Marco Polo’yu geride bıraktığı düşünülüyor.
1333’te Lazkiye’den kalkan Ceneviz gemisine binerek, Alanya Limanı’nda indi. Böylece Anadolu yolculuğu başlamış oldu. Antalya, Burdur, Eğridir, Denizli, Tavas, Muğla, Bursa, Amasya, Kayseri, Sivas gibi çok sayıda şehir gezdi. Hükümdarların saraylarında, beylerin konaklarında ve ahilerin zaviyelerinde kalarak, sınırsız bir misafirperverlikle karşılanarak ülkeyi dolaştı.
Ülkesine döndükten sonra yardımcısıyla birlikte gördüklerini, notlarını seyahatnameye dönüştürmek için iki yıl boyunca çalıştı. Ve bugün, geçmişimizin önemli bir anlatısı olan eserini bıraktı. Marakeş’te kadılık yaparken 1368 yılında vefat etti.
İbni Battuta, o zamanın Anadolu’suna duyduğu hayranlığı şu sözlerle dile getirir: “Rum diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi. Allah Teâlâ güzellikleri öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış. Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar ve en leziz yemekler de burada pişer. Allah Teâlâ’nın yarattığı kullar içinde en şefkatli olanlar buranın halkıdır. Bu yüzden şöyle denilir: ‘Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi ve merhamet ise Rum'da."
İbni Battuta, Anadolu halkının misafirperverliği ve cömertliğinden çok etkilendiğini dile getirir. Genellikle dervişlerin ve ahilerin yaşadığı zaviye ve tekkelerde konaklar ve kendisine sürekli ikramlarda bulunulduğunu şu şekilde anlatır: “Hangi zaviyeye gidersek gidelim büyük alaka gördük. Komşularımız, kadın ya da erkek bize ikramda bulunmaktan geri durmuyorlardı. Burada kadınlar yüzlerini örtmezler. Yola çıkacağımız zaman akraba ya da ev halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar; üzüntülerini gözyaşı dökerek belli ederlerdi.”
Ekmek ücreti: Hayır duası
Dikkatini çeken ilk şey, kadınların haftada bir gün toplanıp tüm hafta yetecek kadar ekmeği birlikte pişirmeleri olur. Bahsettiği ekmek ise bildiğimiz yufka ekmek. Yufka ekmek, Anadolu’nun pek çok köyünde hala aynı şekilde pişirilir. İbni Batuta’ya da bu ekmeklerden göndermişler ve hayır duasını istemişler karşılığında.
Bağları bahçeleriyle ünlü: Antalya’nın kayısı ve bademleri
Battuta, Antalya’ya vardığında şehrin bağları bahçelerinin güzelliğinden ve meyvelerin lezizliğinden bahseder. Şehir halkının “kamaruddin” adını verdiği bir kayısı türünün nefis olduğunu, bademlerinin de kurutularak Mısır’a ihraç edildiğini anlatır. Burada onu ahiler ağırlamak ister. Onu tekkelerine götürürler. Battuta orada geçirdiği geceyi şöyle anlatır:
“Meclisin tam ortasında misafirlere ayırılmış bir peyke bulunmaktadır. Oraya geldiğimizde bize çeşit çeşit yemek, meyve ve tatlı sundular. Sonra türkü söylemeye, raks etmeye başladılar. Bunların güzel davranışları ve ikramı hayretimizi bir kat daha artırmıştı.”
Eğirdir’de tiritle: Oruç açma
Battuta, Antalya’dan sonra uğradığı Eğirdir’e vardığında Ramazan ayı başlamıştır. Bu bölgenin hükümdarı Ebu İshak Bey’in sarayında misafir edilir ve Ramazan ayını burada geçirir. Burada insanların oruçlarını sünnet olduğuna inandıklarından “şeker ve yağla ezilmiş, mercimekten yapılan tirit” adlı bir yiyecekle açtıklarını söyler. Ayrıca herkes ortak kaplardan değil yemeğin bölüştürüldüğü küçük tabaklardan yemektedir.
Denizli usülü: Yemek, hamam, gül suyu ikramı
Denizli’ye vardığında iki farklı ahi grubu, kendisini ve yardımcılarını misafir etmek için yarışır. Gönül kırmamak için iki grubun tekkesinde de birkaç gece kalır. Tekkelerde ahilerin misafir ağırlama biçimi ise nefistir.
Önce hemen yemek sofrası kurulup, misafirin karnı doyurulur. Et, ekmek, pilav, yağ ve helvadır ikram edilen. Sonra hamam hazırlanır, misafir hamama sokulur. Hamamdan çıkınca önce gül suyu ikram edilir. Daha sonra yeniden sofra kurulur. İkinci sofrada meyve ve tatlı ikramı vardır. Bunlar da yenince hafızlar Kur’an okur. Son olarak beraberce sema edilir ve sonra istirahate çekilirler.
Hanımların yeri ayrı: Togay Hatun huzurunda ziyafetler
Battuta, gerek Anadolu’da gerekse Orta Asya’daki gezilerinde, bu bölgelerde kadına çok saygı duyulduğunu ve kadınların diğer ülkelere göre daha serbest ve özgür bir yaşamları olduğunu söyler. Kadınlar erkeklerden kaçmıyor, günlük yaşamda, tarlada, bağda, pazarda bulunuyor, ev dışındaki işlerle uğraşabiliyorlardı. Özellikle hükümdarların ve beylerin hanımları, özel itibar görüyor, şehirleri yönetiyor, eşleriyle birlikte misafir ağırlıyor, resmi törenlere katılıyorlardı.
Bunlardan biri de Anadolu Valisi Eretna Bey’in karısı, Kayseri’de oturup bu şehri yönetmekle görevli Togay Hatun’dur. Battuta, onunla tanışır. Togay Hatun’a ulu, yüce anlamında “ağa” unvanıyla hitap edildiğini ve huzuruna çıktığında kendisini ayakta karşıladığını anlatır.
Togay Hatun, onu zarif sözlerle selamlamış ve hemen ardından elbette yemek sofrası hazırlanmasını emretmiştir. Birkaç gün misafirliğin ardından Battuta yeniden yola çıkar. Togay Hatun, hizmetkarlarıyla seyyaha bir koşum takımı, bir kat elbise ve para hediye eder. İşleri nedeniyle yolculamaya gelemediği için de özürlerini iletir.
Birgi’de Sultan’ın yeri başka: Şerbetler
Osmanlı mutfağının şerbetleri meşhurdur. Battuta da Anadolu’yu gezdiği sırada sonradan Osmanlı mutfağının parçası olarak anılacak bu şerbetlerin türlü çeşidinden tatmıştı. Örneğin; Birgi’de Sultan Aydınoğlu Muhammed’in konuğu olduğu sırada, sultanın hazırlattığı yemek sofrasında şerbetlerin içinde sunulan tatlılardan ve tabak çanak kullanımından şu şekilde bahseder: “Limon suyundan yapılmış, içine büyük tatlı parçaları atılmış bir tür şerbetle dolu altın ve gümüş taslar getirildi. Yanında altın ve gümüş kaşıklar da vardı. Ayrıca yine şerbet doldurulmuş çini kaseler ve tahta kaşıklar vardı. Altın ve gümüş eşyayı, dini kurallar gereği kullanmak istemeyen kimseler, çini kaseleri ve tahta kaşıkları kullanıyordu.”
İznik’in güzelleri: Kestane, ceviz ve üzümler
İznik’te, Osmanlı Beyliği’nin hükümdarı Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun’la tanışır. Onun, İznik ahalisine hükümranlık ettiğini, erdemli ve iyi yürekli bir kadın olduğunu söyler. Halktan insanların evleri ve tarlalarının yan yana olduğunu, yakındaki kuyulardan açılan kanallarla tarlaların sulandığını anlatır. İznik’te kestane ve cevizin de bol olduğunu, burada yetişen üzümün ise yediği en lezzetli üzüm olduğunu belirtir.
Anadolu, sırf lezzetlerini tatmak için bile baştanbaşa gezilmeye hala değer.
Yorumlar
1