Elinden mis gibi lezzetler, kaleminden güzel kelimeler dökülen Susam ve Ben sizin için Berlin'i anlattı.
Berlin’de geçirilecek 72 saatimiz ve haritada işaretlenmiş onlarca noktamız vardı. Hızlıca bir rota belirleyip kendimizi sokağa attık. Öğle yemeği için ilk durağımız Mitte’de yer alan Yamyam oldu. Daha önce sadece Kore yemekleri yapan bir yere gitmemiştim. Mekanı öneren arkadaşım yemek de tavsiye edince menüyü inceleme derdinden de kurtulmuş oldum. Pilav, sote sebzeler, sahanda yumurta ve tercihe göre et veya balıkla servis edilen Bibimbab’ı oldukça beğendim. Giderseniz deneyin.
Güzel bir öğle yemeğinin ardından eski Doğu Berlin’in Prenzlauer Berg semtini keşfe çıktık. Karakterli binaları, kafeleri ve tasarım mağazaları ile keşfedilmeye değer bir semt burası. Twinkle Twinkle’ın vitrinini görünce bir anda kendimi içerde buldum diyebilirim. Benim gibi kap kacak, dekoratif obje sevenlerin bayılacağına eminim. Emaye çılgınlığının tavan yaptığı şu günlerde buradaki çeşitlere mutlaka göz atmalısınız. Ayrıca Victoria Met Albert, tavsiye edeceğim bir diğer konsept mağaza. Ev dekorasyon ürünlerinden tutun erkek kıyafetlerine kadar geniş bir yelpazeleri var.
Kimileri gittikleri şehirlerdeki Michelin yıldızlı restoranları veya en iyi gece kulüplerini keşfetmek ister. Bense ilk önce kafeleri araştırırım. Güzel bir mekanda içeceğim bir kahve her şeyden değerlidir. Bütün günün koşuşturmacası sonunda büyük ödül gibidir. Berlin’le ilgili yaptığım araştırmalar sonucunda The Barn keşfedilecek yeni üçüncü dalga kahvecimiz oldu.
Haritada işaretlediğimiz şubesi yerine yanlışlıkla diğer şubesine gitmişiz. Burası bir kahve dükkanından çok bir tadım laboratuvarı olarak tasarlanmış. Ayrıca kahve atölyeleri de düzenleniyormuş. Çok rahat koltuklar ve saatlerce vakit geçirilebilecek bir mekan beklemeyin.
Duvarlarda –no laptop- işaretlerini de görünce durumu iyice anlamış olduk. İstanbul’da neredeyse her semtin bir üçüncü dalga kahvecisi varken Berlin’de böyle bir durum söz konusu değil. Buna rağmen The Barn bizi yeni bir demleme tekniği ile tanıştırdı. Hario V60 benzeri olan Kalita Wave’i bakalım İstanbul’da ne zaman göreceğiz? Bu arada kahvenin yanında yediğim çikolatalı, kuruyemişli kek muhteşemdi. Hatta kahvenin önüne geçti diyebilirim.
Ertesi gün Müzeler Adası’ndaki Bergama Müzesi’ni görmeye karar verdik. Fakat gittiğimizde Zeus Altarı’nın olduğu bölümün restore edildiğini ve 2020 yılına kadar kapalı olduğunu öğrendik. En önemli eseri görmeden müzeyi gezmenin bir anlamı olmadığına karar verip Alman Tarihi Müzesi’ne yöneldik. Alman tarihinin eski obje, sanat eseri, fotoğraf, poster gibi 7.000 materyalle anlatıldığı kalıcı sergi sadece Alman tarihi değil aynı zamanda Avrupa tarihinin de bir özeti niteliğinde. Ne kadar hızlı gezerseniz gezin iki saatten önce çıkmanız biraz zor.
Alman Tarihi Müzesi’nde beklediğimden fazla zaman geçirince Doğu Almanya’daki yaşamı gözler önüne seren DDR Müzesi’ne gitmekten vazgeçip East Side Gallery’i görmeye karar verdik. Berlin Duvarı’nın doğu yakasındaki 1.3 km’lik bölümü dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş 105 ressamın resimlerine ev sahipliği yapıyor. Fakat bu açık hava galerisi duvarlara yazı yazmayı seven turistlerden nasibini almış. Eserlerin çoğu bu şekilde tahrip edilmiş.
Öğle yemeğinde bir klişe olarak Berlin’de döner yemeğe karar verdik. Bloglarda araştırma yaparken Mustafa’s Gemuse Kebap sürekli karşıma çıkıyordu. Daha önce Münih’te döner yediğim için az çok neyle karşılaşacağımı tahmin ediyordum.
Soğuk bir Mart günü büfeyi bulduğumuzda kuyruğu görünce şaşırdım. Aslında her yerde en az 45 dk beklersiniz diye uyarmış daha önce gidenler ama bu kadar soğukta bu sırayı beklemiyordum doğrusu. Yaklaşık 20 dk sonra sıra bize geldi. Bana göre ette bir numara yok ama ekmeğe sürdüğü soslar ve kızarmış sebzeler olayı başka bir boyuta taşıyor. Tatmadan dönmeyin.
Kreuzberg’e yolunuz düşerse ve kırtasiye ürünleri, poster, kartpostal meraklısı iseniz Ararat’a uğrayın. Hoşunuza giden bir şeyler mutlaka bulursunuz. Bit pazarına gitme imkanınız yoksa aynı cadde üzerinde birkaç tane eskici görmüştüm. Kapı önlerinde güzel ürünler mevcuttu.
Kreuzberg’de bulunan Markthalle Neun’da Perşembe günleri sokak yemekleri satan stantlara da uğrayabilirsiniz. Cuma ve cumartesi günleri ise üreticiler açtıkları standlarda kendi ürünlerini satıyor. Meyve sebzeden tutun, çikolata ve soslara kadar farklı seçenekler mevcut. Bazı dükkanlar anladığım kadarı ile her daim açık. Yemek yemek için de güzel bir alternatif.
Birkaç yerde şehrin en iyi kahvecilerinden biri diye okuyup not ettiğim Double Eye bizim için hayal kırıklığı oldu. Havalı üçüncü dalga kahvecilere alışmış olan bünye bu büfe-kahve konseptini yadırgadı. Rotamızda olmayan bir semtte olduğu için sadece burada kahve içmek için gelmiştik. İçeride oturacak yer olmaması nedeniyle kahvelerimizi ayakta içmek zorunda kaldık. Denediğimiz kahveler de yolumuzu değiştirdiğimize değmedi doğrusu.
Kreuzberg ile Neukölln semtleri sınırında kalan Five Elephant, Double Eye’dan sonra yüzümüzü güldürdü diyebilirim. Burada da oturma alanı kısıtlı ve sadece arka bölümde dizüstü bilgisayar kullanımına izin veriyorlar. Anladığım kadarı ile Berlin kahvecilerinde uzun uzun takılmak pek mümkün değil. Burası da The Barn gibi kendi kahvesini kavuruyor. Aynı zamanda zengin bir tatlı menüsü mevcut. Duvarlardaki eski haritaları ve sade dekorasyonunu biz çok sevdik.
Berlin’e gelince Neukölln’de yaşayan ve uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımızla buluşmaya karar verdik. Sayesinde çok iyi bir hamburgerci keşfettik diyebilirim. Hamburger sevmeyen ben bile bayılarak yedim. Sonra yurda dönünce burası neymiş diye araştırma yaptığımda gördüm ki Berlin’in en iyi hamburgercilerinden biriymiş BBI yani Berlin Burger International.
Güzel bir yemeğin ardından geceye devam etmek için tercihimiz Klunkerkranich Teras Bar oldu. Aslında burası gitmek istediğimiz yerler arasında idi ama bir şekilde haritada bulamamıştık. Sonra arkadaşım bizi tesadüfen oraya götürünce gitmek istediğimiz bar olduğunu anladık. Bulması kolay bir yer değil.
Kısaca tarif etmek gerekirse: Neukölnn Arcaden adlı alışveriş merkezinin en üst katındaki bu yere gitmek için asansöre binip en üst kata çıkın. Katlı bir otopark göreceksiniz. Sonrasında sizinle beraber asansöre binmiş insanları takip edin ve bu güzel teras bara ulaşın. Biz Mart ayında gittiğimiz için hava çok soğuktu. O nedenle kapalı bölümünde takılmak zorunda kaldık. Tekno müzik ve kalabalık beni çok açmadı. Lakin terasın yazın çekilmiş fotolarını görünce buraya bir kez daha gelmeye karar verdim.
Yorumlar
0