İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth, 7 Eylül 1533’de Greenwich Sarayı’nda bir prenses olarak dünyaya geldi. Babası, Tudor Hanedanı’ndan ünlü İngiltere Kralı VIII Henry, annesiyse babasının uğruna Papa ile ters düşüp aforoz edildiği Anne Boleyn’di. Fakat bir erkek varis bekleyen babası, Elizabeth’in doğumuyla büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı.
Anne Boleyn’in sonraki iki hamileliği de düşükle sonuçlanınca Kral VIII. Henry, kendisine erkek bir varis doğuramayan Anne’i cadılık, büyücülük ve ihanetle suçlayarak idam cezasına mahkum ettirdi. 19 Mayıs 1536’da annesinin başı kesildiğinde Elizabeth henüz 2,5 yaşındaydı.
Babasının yeni evliliğinden doğan kardeşi Edward, onu hayatı boyunca bir rakip olarak görmüş, sürekli baskı ve gözetim altında yaşamasına neden olmuştu. Hatta tahta çıkmak için gizli bir darbe planladığı suçlamasıyla Elizabeth’i bir süre Londra Kulesi’nde hapse bile attırmıştı.
Elizabeth, pek çok badirenin ardından 15 Ocak 1588’de tahta çıktı ve İngiltere Kraliçesi olarak ülkesini 24 Mart 1603’teki ölümüne kadar yönetti. Dünyanın en büyük deniz gücü olan İspanyol donanması, Armada’ya korsanlarıyla birlikte kafa tuttu. Ülkesindeki Protestan-Katolik çatışmasına son vermek için elinden geleni yaptı. Engizisyon mahkemelerini işlevsizleştirdi. Babası gibi o da Papa tarafından aforoz edildi. Ülkesinde ticaretin olduğu kadar sanatın da gelişimine destek oldu.
William Shakespeare ve Christopher Marlowe gibi ünlü İngiliz yazarlar, onun zamanında yaşadı. Elizabeth, ardında zengin, güçlü ve itibarlı bir ülke bıraktı. Halkı onu, hiç evlenmemiş olması nedeniyle “Bakire Kraliçe”; barış ve huzuru sağlamak için yaptıkları nedeniyle de “İngiliz halkının annesi” olarak isimlendirdi.
Sınıflara göre değişiyor: Yeme alışkanlıkları
I. Elizabeth’in yönettiği İngiliz toplumu, çok uzun zamandır sınıflı bir toplumdu. Yani halk, yönetici sınıftan olan aristokratlar, ticaretle uğraşan burjuvalar ve bu iki sınıf için çalışan köylüler, çiftçiler ve işçilerden oluşuyordu. Yeme içme alışkanlıkları da sınıflara göre farklılıklar gösterebiliyordu.
Aristokrat bir aile yemeğini bitirdikten sonra, arta kalan yiyecekleri hizmetçileri ve kahyaları yerdi. Onlardan arta kalan yiyecekler ise yoksullara verilirdi. Fakat yine de, tüm bu acıklı tabloya rağmen, o dönemde İngiltere’ye yolu düşmüş seyyahların yazdıklarına göre Elizabeth İngiltere’sinin sıradan halkı, Avrupa’nın diğer ülkelerine göre, gayet iyi besleniyordu.
Karatay’dan beter: Balık yeme zorunluluğu
Bir ada ülkesi olan İngiltere’de en bol ve en ucuz yiyecek elbette deniz ürünleriydi ve her sınıf için başlıca besin kaynağıydı. Ülkeyi çevreleyen deniz ve içinden geçen nehirler, morina ve ringa balıkları, dil balığı, uskumru, sazan, turna balığı, alabalık ve somon açısından çok zengindi. Ayrıca istiridye, karides ve midye de bolca çıkarılıyordu. Deniz ürünlerini, tuzlama, kurutma ve turşu yapma yöntemleriyle uzun süre muhafaza edebiliyorlardı.
Elizabeth, büyük bir kısmı balıkçılıkla geçinen halkı desteklemek için birbirinden ilginç yasalar yapmıştı. Örneğin; çarşamba, cuma ve cumartesi günleri, Noel öncesindeki dört hafta boyunca ve belirli dini günlerde kırmızı et yenmesini yasakladı ve yalnızca balık eti yenebileceğini ilan etti. Yasağa uymayanın cezası da 3 ay hapis veya 3 pound’luk cezaydı. Bir hükümdar olarak Elizabeth’in kendisi bu kurala uymadı fakat saray halkının bu yasaya uymasını sağladı.
Peki, ne yer ne içerdi bu İngiliz halkı? Önce neler olmadığından başlayalım.
Yasaklarla dolu: Çay, kahve, domates yok
Elizabeth’in zamanında İngiltere, Amerika kıtası keşfedileli epey olmuştu gerçi ama dünyaya oradan yayılan domates, kahve, kakao veya vanilya gibi besinler henüz İngiltere’ye ulaşmamıştı. Patates ulaşmıştı ve ekimine ilk olarak Elizabeth döneminde başlanmıştı. Ama henüz büyük çapta üretilemediğinden fiyatı oldukça pahalıydı ve neredeyse yalnızca zenginler yiyebiliyordu.
Marzipan aşkı ayrı: Tatlı düşkünü aristokratlar
Aristokratlar, tatlılara bayılıyor ve tatlıları zenginliklerinin alametifarikası gibi görüyorlardı. Çünkü rafine şeker oldukça pahalıydı ve bununla yapılan tatlıları yalnızca onlar tüketebiliyordu. Zencefilli çörekler, kekler, şekerlemeler, marmelat çeşitleri ve reçeller revaçtaydı.
Marzipan, yani badem ezmesinin kullanıldığı tatlılar, Kraliçe Elizabeth’in favorisiydi. Özellikle yaban mersinli ve marzipanlı tartlara o kadar düşkündü ki, çok yemekten dişleri siyahlaşıyordu. İlginç bir şekilde bu durum kısa sürede sarayda moda haline geldi ve sarayın leydileri, dişlerini çeşitli yiyeceklerle karartmaya başladılar.
Alt sınıflar ise tatlıları ancak dini tatillerde hazırladıkları bayram sofralarında tüketebiliyordu.
Pahalı olan rafine şeker yerine, meyve ve bal kullanıyorlardı. Taze meyveleri önce haşlıyor, sonra bunları balla karıştırıp tart hamurlarıyla bir araya getirerek sonraki yüzyıllarda İngiliz mutfağının geleneksel tatlıları haline gelecek tartların temelini atıyorlardı.
Yemekle birlikte tatlı yenirmiş: Servis sırası
İşin tuhafı, aristokratlar tatlıyı yemeklerden sonra değil, yemeklerle birlikte yiyorlardı. Onlar için ana yemek akşam yemeğiydi ve akşam yemeği, iki fasıl halinde servis ediliyordu. Elizabeth zamanında yazılmış bir yemek kitabında her fasılda nelerin servis edilebileceği şöyle kaydedilmiş:
İlk fasıl: Et suyuna çorba, haşlanmış veya yahni edilmiş et, tavuk eti ve jambon, tuzlanmış biftek, kaz eti, domuz eti, tart ve krem karamel.
İkinci fasıl: Kızarmış kuzu eti, kızarmış horoz eti, kızarmış tavşan eti, tavuk, tavuskuşu eti, fırınlanmış geyik eti ve tart.
Yemeğin sonunda ise peynir veya meyve yerlerdi.
Hava atmak serbest: Baharatların önemi
Baharatlar da rafine şeker gibi pahalıydı. Asya ülkelerinden ithal ediliyorlardı ve satın alınmaları da, ülkeye ulaşmaları da oldukça zor ve pahalıydı. Bu da baharat kullanımını zenginlere özgü bir ayrıcalık haline getiriyordu. Yemeklerde baharatın kullanılması, birinin toplumsal konumunu göstermesinin yollarından biri haline geldi.
Tarçın, Hindistan cevizi, karanfil, safran, zencefil ve biber, en popüler baharatlardı. Kapari, zeytin ve limon da yemekleri tatlandırmak için kullanılıyordu.
Bu baharatları alacak parası olmayan yoksul halk ise yemeklerini su teresi, rezene, nane, soğan, yeşil soğan, mercanköşk otu, biberiye, adaçayı, kekik otu, kekik ve tarhunotu kullanarak lezzetlendiriyordu.
Yulaf önemli, onsuz olmaz: Halkın kahvaltısı
Sıradan halk, kahvaltıda yulaf lapası, yulaflı çorba ya da etli sebzeli çorbalarla bir önceki günden artan yiyecekleri tüketirlerdi. Yağmurların, hasatların verimli olduğu daha iyi senelerde ise sabahları ekmek, tereyağı, marmelat, peynir, et ve meyve, şarap veya ale (bir tür bira) ile birlikte yenirdi.
Aristokratların aksine, yaşamak için çalışmak zorunda olan halk için ana ve asıl öğün, öğlen yemeğiydi. Sabah erken saatlerde çalışmaya koyulan insanlar, kahvaltıyı çoğunlukla geçiştirirken öğlen karınlarını iyice doyurur ve ardından çalışmaya geri dönerlerdi. Hasat ve saman toplama zamanlarında taşra halkı yiyeceklerini tarlalara götürür, hep birlikte yer içerlerdi. Elmalı çörek, ekmek, peynir ve tereyağı bu zamanların favorisiydi.
Tatlılı, sosisli kapanış: Av partileri
Aristokratlar sık sık av partileri düzenleyip gruplar halinde dağ bülbülü, tarlakuşu, sülün, keklik, bıldırcın, çulluk gibi yabani kuşlar avlar ve yerlerdi. Av sonrasında verdikleri yemeklerde pişmiş soğuk etler, meyveli tartlar ve sosisler tüketirlerdi.
Yorumlar
0