Asla evlenmeyeceğime karar verdiğimde 8 yaşındaydım. Babam kendi hayatından vazgeçerek annemi ve beni bile isteye koca dünyada yapayalnız bırakmıştı. Asla evlenmeyecek, asla başkasının bencilliğinin benim sonum olmasına izin vermeyecektim.
Asla aşık olmayacağıma dair kendime söz verdiğimde ise 19 yaşındaydım. Üniversiteye yeni başlamıştım. Annem de babam gibi bencillik yapmış, yeni kocasıyla benden çok uzakta, çok farklı bir şehirde kendine bir hayat kurmuştu. Bu yapayalnızlık hali miydi beni korumasız halde bırakan bilmiyorum, ama ne olduğunu anlamadan aşık olmuştum. Kalbim tüm mantığımı yerle bir edercesine çarpıyor, ağzım kuruyor, ayaklarım titriyordu onu gördüğümde. Hem ona çok yakın olmak hem de ondan fersah fersah uzağa kaçmak istiyordum. Sonra korktuğum oldu, ilk aşkım en büyük acıma dönüştü. Aşık olduğum adam başkasına aşık oldu ve ben ilk kalp kırıklığımla hayatın ortasında çırılçıplak kaldım.
İşte tüm bunlardan dolayı aşk bana hep çok bencil, hep çok korkunç, hep çok karanlık gelmiştir. Ama Esma'nın hikayesi aşkı yeni baştan sorgulamama yol açacak, onun aşkı yeni umutların ve hayatların başlangıcı olacaktı.
Bir doğum günü pastasıyla ortaya çıkan heyecan dolu bir hikaye
Bu haftanın başları, kafedeyim. 20 kişilik bir grup var. Doğum günü kutlamaya gelmişler. Gülüyorlar, eğleniyorlar, çok mutlular. Tam bu curcunanın ortasında Esma elinde kocaman bir pastayla mutfaktan içeri giriyor. Ancak Esma'da bir gariplik var, her adımında biraz daha yavaşlıyor, tökezliyor, sonunda elinde pastayla yere düşecek gibi oluyor.
Masada oturanlardan biri koşup Esma'yı yakalıyor ve elinden pastayı alarak yakın bir sandalyeye oturtuyor. Az önceki kalabalık ve neşeli grubu bir sessizlik kaplıyor. Endişeli gözlerle Esma'ya bakakalıyorlar.
Esma bundan birkaç hafta önce bizim kafede çalışmaya başlayan çok genç, çok güzel bir kız. Geldiğinden beri onda bir durgunluk olduğunu, hepimizden farklı bir hikayesi olduğunu seziyordum ama bugüne kadar onu hiç böyle görmemiştim.
Ben dahil herkes Esma'nın başına toplanıyor. Esma artık gözyaşları içinde. Gözlerinden süzülen yaşlar ip gibi sessizce yanaklarından çenesine doğru akıyor. İnsanlar neyi olduğunu sordukça o daha çok içine kapanıyor.
Esma sonra kendine geliyor ve ilk kez konuşuyor: "Özür dilerim, çok özür dilerim. Kutlamanızı mahvettim" diyor.
Ancak doğum günü olan kızın tek ilgilendiği Esma'nın hikayesi şu an. Kendini unutuyor ve Esma'nın içini dökmesi için ısrar ediyor.
Sanırım Esma bir noktadan sonra kendini güvende hissetmeye başlıyor bu hiç tanımadığı insanların içinde ve onu bu hale getiren hikayesini anlatmaya karar veriyor.
"Her şey kuzenimle geçen sene gittiğim Almanya gezisinde başladı. Birkaç günlüğüne Berlin'e gitmiştik, tek amacımız gezmek, eğlenmek, yiyip içmek ve güzel anılarla yuvamıza dönmekti. Ama bir gün tüm hayatımı tepetaklak edecek bir şey yaşandı. Berlin'de bir dönercide yemek yerken gözlerim bir çift gözle buluştu aniden. Kumral, çok yakışıklı, insanın içini sımsıcak yapan bakışlara sahip bir çocuk oturuyordu karşımda. Utanarak gözlerimi yere çevirdim. Kafamı kaldırdığımda hala bana bakıyordu. Çok utanıyordum, bir yandan da karnımda hissettiğim tuhaflığa anlam veremiyordum. O kadar heyecanlandım ki daha dönerimi bitiremeden oradan koşarak uzaklaştım.
Ertesi gün ayaklarımız yine bizi aynı dönerciye götürdü. Hem korkuyordum hem de o güzel gözlü adamı yeniden görmeyi dünyadaki her şeyden çok istiyordum. Bir yandan da böyle hissettiğim için kendime çok kızıyordum. Çünkü nişanlıydım ben. Ankara'da beni bekleyen biri vardı. Liseden beri birlikte olduğum, evlenmekten başka çaremin olmadığını hissettiğim Arif vardı. Bense Almanya'da bir dönercide kumral bir adamın gözlerinde kendimi kaybediyordum. Çok yanlıştı bu, çok yanlış.
Peki eğer bu yanlışsa onu ikinci kez o dönercide görünce neden bu kadar mutlu hissettim kendimi? Neden ait olduğum yerin sadece onun yanı olduğunu düşündüm? Neden ilk kez kalbim bu kadar hızlı çarptı? Neden?
Kumral çocuk bu sefer bana gülümsüyordu. Elimde değildi, ben de ona gülümsedim. Artık alev almıştı bir şeyler ve geri dönüş yoktu. Dönerciden çıkarken arkamdan koştu adının Peter olduğunu öğrendiğim güzel gözlü adam ve ikimizin de hayatı o gün değişti.
O gün hayatımın en güzel günüydü. Tüm gün beraberdik, hayatımda ilk kez birinin yanında kendimi bu kadar rahat, bu kadar huzurlu hissettim ben. Konuştum, anlattım, anladı. Peter beni kimsenin anlamadığı gibi anladı.
Ertesi gün uçağım vardı, Türkiye'ye dönecektim. Birbirimizi yeni bulmuşken sonsuza dek kaybedecektik. Peter'a Arif'ten de bahsetmiştim doğal olarak. Her şeyi anladığı gibi bunu da anladı. 16 yaşında daha kendimi bile nasıl seveceğimi bilemezken başka birini nasıl sevdiğimi ben bile anlamazken o benim her kararıma saygı duydu. Şimdiye kadar hiç sorgulamamıştım Arif ile olan ilişkimi. 16 yaşında bana ilk ilgi gösteren erkeğe aşık olduğumu sanmış, onu hayatımın merkezine koymuş ve başka bir seçeneğim olduğunu hiç düşünmemiştim. Onu gerçekten hiç sevmiş miydim, onu bile bilemiyordum artık.
Ertesi gün Peter beni havaalanına bıraktı. İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Daha dün döner yerken tanışan iki yabancıydık biz, şimdiyse birbirimizden ayrılmak dünyanın en büyük acısı gibi geliyordu. 'Hiç geri dönmek istemiyorum' dedim Peter'a, 'Sensiz kalmak istemiyorum.' Peter sonra ellerimi tuttu, gözlerimin içine baktı ve şunları dedi:
'Senden telefon numaranı istemeyeceğim. Seni bugün burada uçağa bindireceğim, gökyüzünde uzaklaşmanı izleyeceğim ve oradaki hayatında mutlu olmanı dileyeceğim. Ama eğer orada mutlu olamazsan ben hep burada olacağım. Şöyle bir söz verelim mi birbirimize? Seneye bugün aynı dönercide seni bekleyeceğim. Belki evlenmiş olursun gelmezsin, belki ben gelemem bilemiyorum. Bırakalım kader karar versin. 24 Eylül'de görüşürüz. Umarım.'
Onunla böyle vedalaştık ve güvenlik kapısından geçtikten sonra arkama baktım. Birbirimize el salladık. Tam ben bavulumla uzaklaşmak üzereyken arkamdan 'Esma' diye bir ses duydum. Arkamı döndüm. Peter 'Bugün benim doğum günüm' dedi.
Hikayenin tam bu noktasında kalabalıktan sesler yükseliyor ve biri "24 Eylül haftaya ama" diyor.
Esma başını sallıyor ve devam ediyor:
"Evet... Ama durun daha bitmedi. O gün Ankara'ya karmakarışık duygularla döndüm. Arif beni bekliyordu ama benim onu görmek için pek istekli olduğum söylenemezdi. İlerleyen haftalarda duygularımdan daha da emin olmaya başladım. Arif'i seviyordum elbette, beraber büyümüştük, en iyi arkadaşım, sırdaşımdı o. Ama aşk mıydı ona hissettiklerim? Artık emindim, değildi. Sevmediğim bir adamla evlenmek, tüm hayatımı onunla geçirmek gittikçe bana dünyanın en yanlış kararı gibi geliyordu. Bu düşüncelerle boğuşurken ondan uzaklaşmış olmalıyım ki Arif fark etti. Sürekli üstüme geliyor, sorunun ne olduğunu soruyordu. Ama yeterince cesur değildim, içimde neler yaşadığımı ona söyleyemiyordum. Onu üzmekten korkuyor, kendimi mutsuz bir ilişkiye mahkum ediyordum. Bir yandan da aklım hep Peter'daydı. Ne yapıyordu? O da beni onu düşündüğüm gibi düşünüyor muydu acaba? Yoksa uzak bir anı mıydım artık onun için, bilemiyordum. Tek bildiğim onu çok özlediğimdi.
Bir gün dayanamadım ve Arif'e ayrılmak istediğimi söyledim. Kabul etmedi, vurdu kırdı, yangın yerine çevirdi aramızdaki tüm güzel şeyleri. Ama ben kararlıydım ve en çok da bu onu sinirlendiriyordu. Terk edilmeyi kendine yediremiyordu. Gece içip içip kapıma dayanıyor, küfürler ediyor, beni tehdit ediyordu. Artık hayatımdan bile endişe etmeye başlamıştım. Bu yüzden aniden insan kaynakları uzmanı olarak çalıştığım işimden istifa ettim ve bir gece tek bir çanta eşyayla Ankara'daki evimi terk ettim.
İşte o zamandan beri İstanbul'dayım. Ailem 'Bizi ele güne rezil ettin' diye benden tüm desteklerini çektiler, ben de burada 2 aydır kendime yeni bir hayat kurmaya çalışıyorum. İş aradım uzun süre ama İstanbul sandığımdan çok daha zor bir şehir çıktı. Sonra işte birkaç hafta önce bu kafede çalışmaya başladım. Tek amacım para biriktirip Almanya'ya gitmek ve o dönercide Peter'ın gözlerine bakmak. Gözlerinin en içine bakıp 'Bak ben geldim, artık hep seninim, sadece seninim' demek. Ama sanırım bunu başaramayacağım. Onun orada beni beklemiyor olması değil beni korkutan. Denememek, gidememek, hayatımın aşkına bir şans verememek beni böylesine yıpratan. Çünkü uçak bileti alacak param bile yok. Ancak yarısını denkleştirebiliyorum biriktirebildiklerimle. Elimi avucumdaki her şeyi eski hayatımdan, sevmediğim adamdan uzaklaşmak için harcadım ve şimdi sevdiğim adama gidemiyorum.
Bu yüzden sizin doğum günü pastanızı getirirken kendimi kaybettim. Peter'ın doğum gününe yetişememe düşüncesi esir aldı beni. Onu kaybettiğimi anladım ilk defa. Kendimi kaybedip doğum gününüzü de mahvettim, özür dilerim."
Yorumlar
1