Biz biraz nostaljiyi severiz. Çünkü geleceği şekillendirebilmek için geçmişi bilmek, o keyifli anları keşfetmek ve güncelleyip geleceğe yansıtabilmek gerekir. Hele bir de yaşınız birazcık büyükse ve iki farklı dönemi karşılaştırabiliyor haldeyseniz hissedebileceklerinizi söyleyelim: Yaşlanıyor muyum düşüncesiyle garip bir lezzetli nostalji.
Daha önce geçmişin gelecekten çok daha lezzetli olduğunun kanıtlarını sunmuştuk sizlere, sokaklarda satılan lahmacunun ne kadar lezzetli olabileceğinden bahsetmiştik. Şimdi sıra geldi bayramların burunları sızlattığı, dalga dalga özlettiği o noktalara.
Hadi başlayalım.
Eskiden yeni ütülenmiş tertemiz mendiller içinde çocuklara lokum verilirdi
Abur cubur değildi çocukların hayatı tamamen, yedikleri en abur ve cubur tatlı ya çikolata ya da lokum olabilirdi, onlar da zaten her gün yenen şeyler değildi. Bayram dediniz mi vakit anneanneler ve komşu teyzeler önce mendilleri hazır eder, sonra içine lokumlar dererdi. Biliyoruz ki o zamanlar torun tombalağı gözü pencerede, "Gelirler mi acaba?" diye beklemek gerekmezdi.
Eskiden macuncu, kağıt ya da pamuk helvacı peşinden heyecanla gidilirdi
Lokumları ceplerine dolduran ya da annelerine teslim eden çocukların dışarı çıkma vakti gelirdi. Bir bakmışsınız bir köşede kocaman bir kağıt helva dağı, diğer tarafta bir çubuğa geçirilmiş onlarca pamuk şeker. Eller de öpülüp harçlıklar da alınmıştır tabii ki. Bu enfes tatlıları getiren abilerle tatlı bir anlaşma yapılırdı. Normalde 5 para olan pamuk şekerlerini pamuk şekerci abi bazen 4 paraya da verirdi.
Sokağın ortasına seyyar salıncak gelir, gözlerde kocaman bir ışık belirirdi
Sanki dünyanın en büyük lunaparkında yaşıyormuş gibi hissedilirdi. O seyyar salıncağın gıcırdayan sesi geldi mi kulağa koşup yetişmemek, o arada birinci olmak için sıra kapmaya çalışmamak imkansızdı. Jetonla falan da çalışmıyordu. Tamamen seyyar, tamamen samimi ve tamamen eğlenceliydi. Biraz büyük abiler ve ablalar yüzünden salıncağa binemeyen çocuklar asla pes etmez, salıncağa binene kadar beklerdi.
Komşu ve akrabalarla bir an önce görüşülür, Türk kahvesi içilirdi
Sohbet Türk kahvesiyle birlikte telvelenip daha da lezzet kazanır,c hararetini artırırdı. Hem iştahlı hem de çok naif bir sohbet ortamı olurdu. Yanında da mutlaka badem şekeri verilirdi.
Salıncağa doyamayan çocuklar ilk fırsatta soluğu çatapat ve kızkaçıran da alırdı
Eğlenmek ekranlarla sınırlı olmadığı, sokaklar eğlenceli ve kocaman olduğu için çatapat ve kızkaçıran heyecanı çocukları sarardı. Toplanan harçlıkların bir kısmı cephane olarak geri döner, mahallede "fiçuuyuuuv" seslerine neden olurdu. Anneler bir heyecanla balkondan bakar, her seferinde "Ay bu sefer bir şey oldu mu?" diye kontrol ederdi.
Sabah erken kalkılır, bayramlık kıyafetler heyecanla giyilir ve kahvaltı sofrasına oturulurdu
Özenle seçilmiş bayramlık kıyafetler bir kenarda durur, sabah kalkar kalkmaz ilk iş onları giymek olurdu. Öğlene kadar uyumak diye bir şey tabii ki de yok. En geç 9'da kahvaltı masasında olunur, ailecek kahvaltı edilirdi. Bayram öncesi alışverişi nasıl da büyük bir aktivite, bir heyecan nedeniydi.
Evin kapısı erkenden çalar, ardarda onlarca çocuk şeker toplamak için gelirdi
Bayramların geçer akçesi şekerdi. Çocuklar sabah erkenden kapıya gelip bayramlarını kutlar, tüm sokakları gezer, arkadaşlarıyla birlikte bu yolculuğu göze alırdı. Her kapı açıldığında gülen gözlerle karşılaşırdı ev sahibi. Eğer gelen çocuklardan birkaçı yakinen tanınıyorsa ona cüzzi bir miktarda (eğer arkadaşlarıyla gelmişse onlara da, ayırmak olmaz çünkü" bir para verilirdi. Şimdilerdeki gibi bayramda kapı maksimum üç kere çalmazdı.
Toplanan şekerler bir statü meselesiydi ve gerektiği zaman o da paylaşılırdı
Ne kadar çok şeker toplanıldığı evet bir statü meselesiydi, çok çalışmanın göstergesiydi ama bencillik konusu öyle hemen akla gelen şeyler değildi. Eğer arkadaşının çikolatası, şekeri daha azsa mutlaka takviye yapılırdı. Kimde hangi şekerden daha fazla varsa o diğeriyle takas ederdi.
Bayramlardan bir akşam önce yani arefe günü ellere kınalar yakılırdı
Kına seven minik kızlar bir gün önceden kınayı sürüp sabah uyandıklarında yıkarlardı. Bazıları da bu konuda birazcık kurtlu çıkıp sağa sola bulaştırdıktan sonra yıkamak isterdi. Bin ah-u vah edilse de o eller yıkanır, renk almayan kınalarla birlikte şeker toplanırdı.
Sokaklarda keyifle oyun oynayan çocuklar eve dönmek istemezdi
Özellikle yemeklerini yiyip, harçlıklarını alıp üzerine bir de tatlı faslını kapatan çocuklar saklambaç, körebe gibi oyunlara dalar, kendilerini unuturlardı. Zaten mutlaka gidilen yerde tanıdık bir arkadaş vardır zaman zaman görülen. Eve dönmeyi kim isterdi ki hal böyle olunca?
Bayram demek tatil demek değildi, bayram aileyle birlikte geçirilirse güzeldi
Bayramın ilk günü mutlaka büyüklerin evlerinde tüm akrabalar olarak bir araya gelinilir, bol bol hasret giderilip mutlu mesut oturulurdu. Şimdilerde olduğu gibi bayram demek tatil demek değildi. Bayram demek sevdiklerinizle bir araya gelebilmekti. Şimdi mesele yalnızca birkaç gün daha fazla tatil yapmanın peşinde koşmak oldu. Büyükler telefonla da aranıp hali hatırları sorulsa yeterli görülür oldu.
Yorumlar
0