Bir Cuma akşamı, istediği zammı alamayan genel müdürün odasında kendini viskiye vermesi ya da saat 20:00'da revize yiyen art director'un "Başlarım böyle markaya, nerede lan benim tekilam" demesiyle başlayan bir hikaye gibi durabilir happy hour. Çünkü üniversiteden mezun olup, işe başlayan herkes nedenini bilmeden, ilk Cuma akşamı, "Olum biz nasıl bir tarikatız, bir haftadır hanımefendi dediğimiz kadın masaüstünde Ankara'nın Bağları oynuyor" hissiyatıyla iş yerinde bir şeyler yudumlamaya başlar. Tabii dağıtma kıvamı her zaman böyle olmaz, o konu çok başka, sonra geliriz.
Pek mümkün değil ama hiç bilmeyenler için açıklayalım: Happy hour, (Trakya ağzıyla, 'h'ler atılarak, 'epi aur' diye okunur) birçok şirket ve ajansta yoğun ve stresli bir haftanın ardından Cuma akşamları, özellikle kokteyl ağırlıklı içkilerle geçirilen saatlere verilen isimdir. Kurumsallık derecesi "Yemin ediyorum yıldım şu kravattan" şeklinde olan şirketlerde 'Free Friday' tadında şirkete serbest kıyafet gelme şeklinde versiyonları da vardır.
Happy hour'un amacı, çalışanların rahatlamasını, kendi aralarında sosyalleşmesini (birbirlerine 'yürümeleri' diyenler de var, biz orayı geçiyoruz) az biraz da motivasyonlarının yükselmesini sağlamaktır.
Peki, girişte naçizane farazi hikayeler ürettiğimiz happy hour'un gerçek hikayesi nedir? Kimden ya da neyden ilham almıştır bu etkinlik?
Yasaklardan.
Önceleri Amerikan donanmasının, gemide düzenlediği atletizm etkinlikleri ya da eğlencelere verdiği isim olan happy hour, 1920'li yıllarda Amerikan hükümetinin, yüzde 5'in üstünde alkol oranına sahip bütün içkilere yasak getirmesiyle anlamını değiştirmeye başlayacaktır. Volstead Act adındaki bu yasak, tabii ki de alkol tüketimini azaltmaz, her yasak gibi suyun akıp yatağını bulmasına neden olur.
Yorumlar
0