Size kendim hakkımda kimsenin bilmediği bir şey anlatayım mı?
Ben her gün iş çıkışı parklara giderim. Çocuk parklarına... Bir çay söylerim ya da sadece kaydırağa, salıncaklara bakan banklardan birine otururum. Gözlerimi kapar, bir süre çocuk gülüşmelerini dinlerim. Onların kaygısız, neşeli gülüşmeleriyle dünyadan soyutlarım bir süre kendimi. Sonra gözlerimi açar, annelerinin onlara sevgiyle bakışını izlerim. Onların annelerine olan sonsuz sevgisine hayran olurum. O sırada fark etmeden gözlerimden yaşlar süzülür. Birbirini hızla takip eden yaşlar, göz pınarlarımdan yanaklarıma, yanaklarımdan dudaklarımın kenarlarına, oradan da çeneme süzülür. Onlara bakarken anne olamamış, bir çocuğa sahip olamamış, sevdiğine ait hiçbir şeye sonsuza dek sahip olamamış her hücrem acır.
Ben her gün kimse bilmeden parklara giderim. Ben her gün parklarda herkesten gizlediğim yaralarımı usul usul kanatırım.
***
Bunları anlatmamın daha doğrusu bu sırrımı itiraf etmemin sebebi bu hafta çalıştığım kafede başka bir annenin hikayesine tanık olmam. O hayatta tanıdığım en güzel kalpli anneydi ve ben bir süre daha onun gibi olamayacağımı bilerek hayatıma devam edecektim. Ama bu sefer bir farkla... Hayata artık daha umutla bakacaktım.
Esmer bir kadın, esmer bir erkek çocuğu, sarışın üç melek gibi kız...
Bir gün kafeden içeri bir kadın giriyor. Esmer, uzun saçlı, çok güzel bir kadın. Yanında yine esmer bir erkek çocuk ve sapsarışın, beyaz tenli üç kız çocuğu. Bana melekleri tasvir et deseler onları anlatırım, eminim. O kadar masum, o kadar güzeller.
Birbirinden çok farklı olmaları dikkatimi çekiyor ilk bakışta. Kızların babalarına benzediğini düşünüp evin babasını gözümde canlandırıyorum. O da belki arkalarından kafeye girer diye bir süre bekliyorum, gelmiyor ve ben de siparişlerini almak üzere masalarına gidiyorum.
Anne sürekli oğlunu yatıştırmaya çalışıyor. Esmer, çok yakışıklı oğlan sürekli bir mızmızlanma, yaramazlık peşinde. Üç kız kardeşi ise kafalarını aşağıya eğmişler, ellerindeki bebeklere bakıyorlar. Çıtları çıkmıyor.
Anne, kendisi için bir kahve, küçükler için meyve suyu istiyor. Gidip siparişlerini getiriyorum. Buraya kadar her şey normal. Her şeyi değiştiren ise sonradan yanıma gelen küçük bey oluyor.
***
"Pipet alabilir miyim?" diyor bir anda yanımda beliren çocuk.
"Tabii ki" diyerek ona pipetini uzatıyorum. "Kız kardeşlerin de ister mi pipet, onlar için de vereyim mi?" diyorum.
Bir anda bağırmaya başlıyor çocuk. "Onlar benim kardeşim değil! Onlar benim hiçbir şeyim, onlar annemin de hiçbir şeyi, tamam mı?" diye haykırıyor çocuk.
Ve anlamadığım bir şekilde ağlayarak annesinin yanına koşuyor.
Yanlış bir şey yaptığımı düşünerek peşinden koşuyorum. Tüm kafe küçük bir çocuğu hüngür hüngür ağlatan bana bakıyor. Her gün gizlice parka gidip hiçbir zaman anne olamayacağını düşünerek gözyaşları döken kıza bakıyor. Herkes anne olamamış acılarımın toplamına bakıyor.
Kadına yaklaşıyorum. "Çok özür dilerim, onu üzmek, ağlatmak istememiştim hiç. Sadece kardeşleri için de pipet ister mi diye sordum, sonra biraz kızdı sanırım bana, onlar kardeşim değil diyerek ağlamaya başladı. Çok özür dilerim" diyorum.
Kadının da gözleri doluyor. Bana bakarak susuyor bir süre. Sonra elime dokunarak "Asıl ben özür dilerim sizden Yağız'ın bu davranışı için. Ne yapsam, babasıyla ne yapsak da alışmadı, alışamıyor. Onları kabullenemiyor. Ne yapacağımı ben de bilemiyorum" diyerek bu sefer gerçekten ağlamaya başlıyor.
"Bu yaşta çocukların kardeşlerini kıskandığını duymuştum. Benim hiç kardeşim olmadı ama arkadaşlarımdan bilirim, onlardan sonra doğanların pabuçlarını dama atacağını sanarlardı hep. Kısa süre içinde düzelecektir eminim, üzmeyin kendinizi" diyorum ben her şeye burnunu sokan kafedeki kız olarak.
"Sanmıyorum" diyor gözü yaşlı kadın biraz uzakta oyuncak arabasıyla oynayan oğluna bakarak. "Çünkü Yağız haklı, onlar onun kardeşi değil. Ama onlar benim canım" diyor.
Anlamıyorum.
Yorumlar
1