Bir insan aynı yerden kaç kere bıçaklanabilirse o kadar bıçaklandım.
Geçtiğimiz hafta tüm cesaretimi topladım ve onu görmeye gittim. Çok özlemiştim, elini saçlarının arasından geçirişini bir kez görsem ya da o çocuksu gülüşünü bir kez duysam tüm özlemim biterdi belki. O zaman geceleri rahat uyuyabilirdim. Ona kavuşmuşum taklidi yapabilir, yeni umutlarımın beni birkaç ay daha idare etmesine izin verebilirdim.
Tüm cesaretimi topladım ve gittim. Ofisin önünde saklandığım yerde dakikalarca bekledim. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki sesini duyup da beni yakalar diye korkuyordum bir yandan da. Üstümde ondan bana kalan tek şey vardı. Defalarca yıkasam da hala o kokan tişörtü... Ona kavuşacaksam bizden bir parça da olmalıydı yanımızda. O zamanlara tanıklık ettiği gibi şimdi de tanıklık etmeli, onu bana geri getirmeliydi.
Bunları düşünürken her hücresini ayrı ayrı sevdiğim adam ofisin kapısından çıktı. Size bacaklarımın nasıl titrediğini anlatamam. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Yine o kadar güzeldi ki... Simsiyah saçları güneşte parlıyor, bembeyaz teni insanı daha güzel bir dünyaya inandırıyordu.
Ama tüm bu heyecan birkaç dakika içinde yerini her zamankinden daha derin, her zaman daha kapkaranlık bir hüzne bıraktı. Çünkü gözleri başkasına bakıyor, başkasının gülümsemesi onun açık kahverengi gözlerine yansıyordu. Bizi ayıran şey aylar sonra yine onun yanındaydı. Bana bunca aydır bu kadar acıyı yaşatan her detay yeniden hayat buluyordu gözlerimin önünde.
Hani dersiniz ya "Bundan daha çok canım yanamaz". Anladım ki yanıyor. Çok hem de, çok. O bıçak kabuk bağlamak için direnen o yaraya yeniden girdiğinde ilk seferden ve daha önceki tüm seferlerden daha çok insanın canını acıtıyor. Ölmek istiyor, bu acı bitsin diye yalvarıyor ama o bıçak yarasıyla yaşama lanetiyle sınanıyorsunuz.
Sevdiğim adamın tişörtü üzerimde ona son kez baktım. Onun yanına gitmek, kolundan tutup çekmek ve onu yanımda götürmek istedim. Ona soramadığım soruların hepsini sormak ve en sonunda onu affetmek istedim.
Yapamadım. Mesaim bitmiş olmasına rağmen kafeye döndüm onun yerine. Önlüğümü taktım ve siparişleri almaya başladım. Ama o gün bizi ayıran bu kader beni yeniden sınayacak, bu sefer benden daha tutsak bir kızın hayatına dahil olmamı sağlayacaktı.
Ama en azından bu çaresiz kızın hikayesi mutlu bitecekti.
Ben hayatımın en kötü gününü geçirirken kafe hınca hınç doluydu. Herkes bu ılık yaz akşamının tadını çıkarmak istiyor, sevdikleriyle vakit geçirebildikleri için ne kadar şanslı olduklarını bilmeden içeceklerini yudumluyor, tatlılarını yiyorlardı.
Sonra kafedeki son boş masaya bir çift geliyor. Adamın elinde kocaman bir buket gül var. "Ne kadar şanslı olduğunu bilmeyen bir çift daha" diyorum içimden. Siparişlerini almak için masalarına gittiğimde ise fikrim biraz değişiyor. Kızda anlayamadığım bir gariplik var çünkü. Aşırı güzel, hayatımda gördüğüm en güzel kızlardan biri... Ama öylesine bakımsız ki. En az bir haftadır yıkanmamış, saçlarını taramamış, üstünü değiştirmemiş gibi bir hali var. Onun aksine adam evden duşunu alıp çıkmış, parfümünü üzerine boca etmiş. O kıza sevgi dolu gözlerle bakarken kız gözlerini yerden ayırmıyor. Durumlarında bir gariplik var ama anlayamıyorum. Ben de bildiğim en iyi işi yapıyor, siparişlerini alıp yanlarından ayrılıyorum.
Siparişlerini masalarına götürdükten sonra diğer masalarla ilgilenmeye devam ediyorum. Ama gözüm bir yandan da onların masasında. Adam sürekli konuşuyor, kız ağzını açmadan, başını kaldırmadan onu dinliyor. Sanki bir şeylerden korkuyor gibi bir hali var. Dokunsam ağlayacak gibi. Bir yandan da sürekli masadaki yemeklerden hızlı hızlı yiyor, çayından kocaman yudumlar alıyor.
Sanırım bir 35-40 dakika bu şekilde masalarında oturmaya devam ediyorlar. Sonra ise hiç beklenmeyen bir şey oluyor.
Adam eliyle beni masaya çağırıyor. Hızla yanlarına gidiyorum. Adam "Hesabı alalım biz" der demez kız ilk defa ağzını açarak ikimizi de şaşırtıyor. "Ya şey, aslında şu yan masadakilerin yediği çilekli pastadan canım çok çekti. Ondan yiyebilir miyim? Sonra kalksak?" diyor. Adam şaşırıyor. "Tamam" diyor, "Ondan bir tabak alalım biz" diyor. Kızın gözleri parlıyor. Kafeye girdiğinden beri ilk defa bu kadar mutlu görüyorum onu. "Şey bir de çay alabilir miyim lütfen? Yıllardır çay içmemiş gibiyim" diyerek önce adama, sonra bana bakışlarını kitliyor. Bana bir şey anlatmak istiyor gibi ama ne kadar uğraşsam da anlayamıyorum.
Ben onlara pasta ve çaylarını götürdükten kısa bir süre sonra kız masadan kalkıyor. Adamın gözü kızın üzerinde hala. Kız tezgahın yanından geçip tuvaletin olduğu dar hole doğru ilerliyor. O sırada sonradan anlam vereceğim bir şey fark ediyorum. Kız gizlice tezgahın kenarında duran tükenmez kalemi alıyor. Kızla gözlerimiz buluşuyor. Gözleri öyle çok şey anlatıyor ki hiçbir şey diyemiyorum.
Birkaç dakika sonra kız tuvaletten çıkıyor ve onu göz hapsinde tutan adamın yanına dönüyor. Kızın dönmesiyle birlikte adam yeniden beni yanlarına çağırıp hesabı istiyor. Kıza bakıyorum, belki bir şey demek ister, itiraz eder diye. Ama sesi çıkmıyor. "Tabii" diyerek masadaki boşları topluyorum. Kirli tabak ve fincanları götürürken ise yere bir kağıt düşüyor.
Yo, yo kağıt değil bu. Tuvalet kağıdı bu. Bildiğimiz tuvalet kağıdı.
Hemen önlüğümün cebine koyarak arka tarafa geçiyorum. Tuvalet kağıdında bir şeyler yazıyor. Kısacık bir not...
"Lütfen yardım edin. Kaçırıldım" yazıyor kağıtta.
**
Şoktayım. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bir gariplik olduğunu sezmiştim ama bu, bu aklıma asla gelmezdi. Kızın o korkulu bakışları, kafede daha fazla kalıp yardım çağırmak için çilekli pasta yalanını bulması, tuvalete gitmesi ve o sırada kalemi alması... Hepsi kafamda tek tek yerlerine oturuyor. Ama bir yandan da adam hesabı istedi, onu götürmeliyim. Yoksa şüphelenir. Ne yapacağım ben, ne yapacağım?
Hemen müdürün odasına koşuyor ve durumu anlatıyorum. Polisi aramaya karar veriyoruz ama ben o sırada adamı oyalamalıyım. Masalarına gidip "Hesaplarda küçük bir karışıklık yaşanmış, arkadaşlar çözmeye çalışıyor, birkaç dakikaya sorun hallolur, biz o sırada bir çay daha ikram edelim" diyorum.
Adam sinirleniyor. Kızın sesi çıkmıyor ama yüzüne şimdiden renk gelmiş bile. Kısa bir süreliğine göz göze geliyoruz. Gözleriyle bana teşekkür ettiğini anlayabiliyorum. Onu kurtarmaya çalıştığımızı anlamış. İçim kanatlıyor onun umudu olduğum için.
Aradan 8-9 dakika geçiyor ve polis arabasının ışıkları kafenin camlarına yansıyor. Adam görüp telaşlanıyor. Kızı kolundan hızla çekerek sandalyesinden kaldırmaya çalışıyor. O sırada kız yere düşüyor. Polisler içeri giriyor. "Oradalar" diyorum, "Kızı kurtarın."
O akşamı karakolda geçiriyoruz. Gecenin sonunda kız ailesine kavuşuyor, adam ise gözaltına alınıyor.
Yorumlar
4