Kırıldığın yerdir canın. Hiçbir yerin acımaz ama kırıldığın yer hiçbir zaman iyileşmeyecek gibi acır. İyileşmez de aslında... Çünkü en küçük tökezlemede yine oran acır, kanar, kabuk bağlar, kabuğu düşer ve yine kanar. Bu döngü sonsuza kadar devam eder.
İnsanın canı ise en fazla gururu kırıldığında yanar.
Gururu defalarca kırılmış, dışlanmış, ötekileştirilmiş biri olarak tüm bunları bana yeniden hatırlatan kafeye gelen bir kadın ve onun kalbime dokunan hikayesi oluyor.
O, tüm kırık parçalarını Nişantaşı'ndaki bir kafenin ortasına saçarken beni kendi kırıklıklarımla yüzleştiriyor.
Tüm günlerin bir örnek geçip gittiği günlerden biri. Kafe her zamanki gibi... Kafamı kuma gömüp çalıştığım günlerden biri. Ben bildiğiniz gibi...
Tam girişteki masadan hesap alırken kapı açılıyor ve içeri bir adam giriyor. Hali vakti yerinde, temiz giyimli ve her halinden belli olduğu üzere kendine çok güvenen bir adam bu.
Telaşlı bir şekilde gözleriyle tüm masaları taradıktan omzuma dokunuyor.
"Pardon, ben biraz geç kaldım da... Buraya hiç böyle 3-4 kişilik bir grup geldi mi yakın zamanda?"
Ben daha ağzımı açmadan hemen çaprazımızdaki masadan bir ses yükseliyor.
"Ali, Ali... Buradayım."
Ali bir o masaya, bir bana, bir o masaya bakıyor.
Kımıldayamıyor.
"Siz bana en kalorili çikolatalı pastayı getirin, en iyisi"
Birkaç dakikalık duraksamadan sonra Ali, yarım saat kadar önce kafeye girip tek başına bir masaya oturan çok güzel, çok alımlı bir kadının yanına gidiyor. Kafeye girdiğinde herkesin kafasını çevirip baktığı kadın o. Parıl parlayan, duru mu duru, su gibi bir kadın.
Ali'yle kadın masada birbirlerine bakarak oturuyorlar. Tek kelime çıkmıyor ikisinin de ağzından. Masada çıt yok. Adam, kadından gözlerini alamıyor. Kadın, adamın ağzından çıkacak tek bir cümleye umut bağlıyor. Susuyorlar. Ben de bunu fırsat bilip yanlarına gidiyorum ve ne sipariş etmek istediklerini soruyorum.
Birbirleriyle konuşmamakta direnen çift bana da yanıt vermiyor.
"Tamam o zaman, ben birazdan geleyim" diyerek uzaklaşmaya yelteniyorum ama henüz ismini bilmediğim güzeller güzeli kadın beni durduruyor.
"Dur, dur gitme, ben ne yiyeyim Ali? Çikolatalı pasta mı yesem? En çikolatalısından olsun. Siz bana en kalorili ne varsa onu getirin en iyisi..." diyor.
O sırada Ali ilk kez konuşuyor:
"Süheyla, kusura bakma tanıyamadım seni. Sen çok... Sen çok..."
Ali sözünü tamamlamayamadan Süheyla söze giriyor, tüm hayatı boyunca bu anı beklemiş gibi konuşmaya başlıyor:
"Çok zayıflamışsın diyeceksin, ben senin yerine tamamlayayım. O yıllarca şişman diye dalga geçtiğin, ittiğin, kaktığın, gururunu defalarca kırdığın, sana kara bir sevdayla tutulan genç kıza pek benzemiyorum, değil mi? Fazla kilolarım beni sevilmeye değmeyen biri yaptığı o yıllara haydi geri dönelim Ali. Mesela seni uzaktan hayran hayran izlediğim, belki beni bir gün görür diye beklediğim o ilk zamanlara. Sonra sana olan o saf aşkım ortaya çıktığında bana dediğin, o günden beri her gecemi, her gündüzümü, her anımı lanetleyen o cümleye geri dönelim. 'Ben sana bakar mıyım hiç kızım, komik misin?'
Hatırladın mı o cümleni? Kalbime hançer saplayan, olay yerinde anında öldürmeyip yıllarca süründüren bu cümleni. Bu kadarla da kalmadın ama. Seni sevdiğimi öğrenmeden önce ben senin için hayalettim, söyleyince görünür olmuştum ve bu senin benimle dalga geçmen için yeterliydi. Arkadaşlarınla okulda arkamdan kahkahalarla güldüğünüz, bacaklarıma, baldırlarıma, kollarıma, göbeğime, hatta yanaklarıma bile çeşitler isimler taktığınız o hepsi birbirinden uzun ayları, hep ders çalışmak için gittiğimiz o kafede 'Al, ye ye' naralarıyla yüzüme pasta attığınız o günü mesela, hani tüm okulun maskarası olmama sebep olan o günü... Hatırlıyor musun bunları Ali?"
Ali söze girer gibi oluyor. "Ama ben, ben bilemezdim..." diyor.
Ama Süheyla onu konuşturmayacak, çok belli. Yıllarca başkalarının onun hakkında konuşmasını dinlemek zorunda kalmış, yıllarca içine içine susmuş çünkü. Ama bugün, bugün susmayacak.
"Neyi bilemezdin Ali? Yıllar sonra zayıflayıp karşına çıkacağımı mı? Ama inan ben de bilmiyordum ama işte buradayız. Kalbini, gururunu defalarca kırdığın o kız karşında. Senin yüzünden okulu bırakan ama bunun farkına bile varmadığın o çirkin kız karşında oturuyor. Seni üniversite buluşması yapıyoruz diye kandırıp buraya getirttiğim için kusura bakma. Ama adımı duyunca bile kaçacağından o kadar emindim ki. Sürpriz yapmak istedim, sanırım oldu da...
Kısacası Ali, ben bana yaptıklarını seni deli gibi seven kalbime rağmen bir gün bile unutmadım. Ne seni, ne de verdiğin kalp acısını unutmadım. Beni dış görünüşümle yargıladığın, gerçek beni tanıma zahmetine bile girmediğin o günleri unutmadım. Sen de bugünü asla ama asla unutma. Hoşça kal."
Yorumlar
1