Yalnızlık, Schrödinger'in kedisi gibi, hem ölü hem diri, ne ölü ne diri...
Yalnızlığı yanlış biliyorlar. Yalnızlık bir durum değil, bir bulunma halidir mesela. Yalnız kalmazsın, yalnız bırakılırsın. En ufak tıkırtının gök gürültüsü gibi geldiği, en küçük hareketin en büyük umuda dönüştüğü bir işkence halinde bırakılma ve kalma halidir o. Kaçamadığın, saklanamadığın, tüm dünyaya görünmez olup kendinin en çıplak, en savunmasız haline en görünür olduğun haldir yalnızlık. Ve bir şey daha söyleyeyim mi, yalnızlık dünyanın en kötü şeyi değildir. Yalnızlıktan daha kötüsü, en kötüsü kimsesizliktir.
Ben, yalnız değil kimsesiz olan ben yani kafedeki kız, bu hafta en az benim kadar sevgisiz bırakılmış, tüm dünyanın terk ettiği küçük bir kızın tek bir günlüğüne, tek bir anlığına yalnızlığını unutmasına yardımcı olacaktım. Onun acısına ortak olacak, onun tek bir gülümsemesini dünyaya değişmeyecektim.
**
Geçtiğimiz günlerde kafeye bir telefon geldi. Telefonun ucundaki ses yaşlı bir kadına aitti. 9 yaşına girecek olan torununun doğum günü için kafede bir masa rezerve edip edemeyeceğini soruyordu. "Tabii" dedim, "Kaç kişilik bir masa ayarlayalım?" Torununun okuldan arkadaşları gelecekti, on kişilik bir masa yeterli olur diye düşünüyorlardı. Pastayı da biz hazırlayabilir miydik? Torununun en sevdiği renk pembeydi, ona göre bir şeyler ayarlayabilirsek ne de güzel olurdu.
Sesinden oldukça tonton bir kadın olduğu belli olan anneanneyle diğer detayları da konuştuktan sonra telefonu kapadık. Kafede çok sık böyle doğum günleri, yıl dönümleri, kutlamalar, evlilik teklifleri olurdu, kafe çalışanları olarak bunlara çok alışıktık. Ama en son küçük Esra'nın doğum gününden beri bir çocuk için böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmamıştık. Bu yüzden tonton anneannenin telefonundan diğer kafe çalışanlarına bahsettiğimde hepimizi derin bir hüzün kapladı. Çünkü biliyorduk, o günü hiçbirimiz kolay kolay unutamayacaktık. İşte bu yüzden bu 9 yaşında kocaman bir kız olacak çocuğun doğum günü güzel geçmeliydi. Hem onun için, hem bizim için, hem de küçük Esra için.
Doğum günü olacak gün kafenin en güzel köşesine güzel bir masa hazırladık. Cem Usta gene yeteneklerini konuşturup harika bir pasta yaptı. Her şey hazırdı, tek eksik doğum günü kızının gelmesi, masanın baş köşesine oturması, arkadaşları geldiğinde onlara kocaman sarılıp hediyelerini heyecanla açması, pastasındaki mumları üfleyip gelecekten güzel bir şeyler dilemesiydi.
Biz de heyecanla onları beklemeye başladık.
Anneanne, saat 3'te doğum gününün başlayacağını söylemişti. Saat 2'yi çeyrek geçe kafeden içeri yaşlı, beyaz saçlı bir kadın küçük bir kızın elinden tutarak girdi. Beklediğimiz misafirlerimiz gelmişti. Küçük kızın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Masasını görünce daha da heyecanlandı, biraz da utandı. Yüzünden okuyabiliyordum; kendini ilk defa özel hissetmiş gibi bir duruşu vardı. Sanki bunu hak etmiyormuş da ona dünya büyük bir iyilik yapıyormuş, o da bunu o küçük omuzlarında taşıyamıyormuş gibiydi. İşte o zaman anladım. Onun yaraları da benimkindendi. Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar. Onun da içi sızlıyordu. Görebiliyordum.
Misafirlerimizi masalarına oturttuktan sonra yanlarından uzaklaştım. Birazdan kafeye neşeli, kaygısız sesleriyle bir sürü çocuk dolacak, masum gülüşmeleriyle kafenin bir sürü acıklı hikayeye tanıklık eden duvarlarını biraz olsun aydınlatacaklardı.
Ancak bir terslik vardı. Dakikalar geçiyordu ama kapıdan içeri hiçbir çocuk girmiyordu. Adının Hülya olduğunu öğrendiğim küçük kızla anneannesi koskoca masada diz dize sessizce oturuyorlardı. Zaman geçtikçe Hülya'nın yüzündeki gülümsemesi daha da siliniyor, hatta ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
Saat 2:45, 2:50, 3:00, 3:15, 3:30 oldu, hala gelen tek bir kişi yoktu. Sonra arkamda bir ses duydum. Döndüğümde anneanne karşımdaydı. "Kızım, biz hesabı alıp kalkalım artık" diyordu. Şaşkındım. "Ama daha parti başlamadı, Hülya pastasını kesmedi, tadına bakmadı bile" dedim yanlış bir şeyler söylemekten korka korka. "Belli değil mi kızım, gelmeyecekler işte. Hülya daha fazla üzülsün istemiyorum. Ben onu parka götürürüm, bir şekilde oyalarım. Benim hatam zaten. Göz göre göre arkadaşlarının onu yeniden hayal kırıklığına uğratmasına, kalbini incitmesine izin verdim. Onu en mutlu olması gereken günde yeniden yalnız bırakmalarına ben izin verdim."
Yorumlar
6