Bazen özlemeniz gerekir, bir sabah uyanıp özlenmediğinizi anlayana kadar...
Hiç tanımadığım bir adamı özlüyordum, elimde değildi. Kaş'taki Çocuk'u en son hızla uzaklaşan metronun camından gördüğüm günün üzerinden hepsi birbirinden uzun saatler, günler, haftalar geçmişti. Aslına bakarsanız düşündüğümde yüzünü bile tam hatırlayamıyordum. Saçını sağa mı, sola mı tarıyordu acaba? Burnu nasıldı, gülünce dudaklarının kenarları kırışıyor muydu? Hatırlayamıyordum.
Sadece... Sadece bakışları vardı aklımda kalan. Bana "Gitme, kal" diyen, "Korkma, ben varım" diye bağıran, "Düşersen ben seni tutacağım" diye çağıran bakışları vardı. Aklımdan çıkaramıyordum onları. Gözlerinin rengini bile tam anımsayamasam da bakışlarını unutamıyordum. Yapamıyordum.
O zamanlar henüz bilmiyordum. Bir çift gözün hayatımızı tümden değiştireceğini henüz bilmiyordum.
Sonra kafedeki o gün yaşandı ve her şey değişti.
Kafede sıradan bir hafta içi günü. Gündüz saatleri. İstanbul'un gri havası dışında herkesin her şey yolundaymış gibi davrandığı günlerden biri.
Ben her zamanki gibi servis yaptığım sırada kafenin kapısında garip sesler duyuyorum. Biri kapıyı açmaya çalışıyor ama bir türlü açamıyor gibi. Hemen koşuyorum. Yaşlıca bir adam var kapının dışında.
"Kusura bakma kızım, açamadım bir türlü, gücüm yetmedi. Oğlumla gelecektim aslında, son dakikada kız arkadaşıyla bir işi çıktı, ben de işte yaşlılık, beceremiyorum tek başıma artık bir şeyleri" diyor ben adamın koluna girmiş onu kafenin içine doğru davet ederken.
Ben "Rica ederim, ne demek" gibi şeyler söylemek üzereyken kapının hemen yanındaki masada oturan kadın ayağa kalkıyor, acele birkaç adım atarak bize doğru geliyor.
Yaşlıca adamın gözlerine gözlerini büyülenmiş bir şekilde dikmiş durumda. Bir süre susuyor, ardından "Fikret Bey siz misiniz?" diyor. Yaşlıca adam başını sallıyor.
Kadının gözleri parlıyor bir anda. Hipnotize olmuş gibi Fikret Bey'e bakıyor. Sadece yaşlı adamı görüyor gözleri, o anda kafeden, Nişantaşı'ndan, dünyadan kopuyor, bizden çok farklı bir yerlerde olduğuna adım kadar eminim.
"Hoş geldin Salih'im" diyor kadın.
Fikret? Salih? Neler oluyor?
Anlam veremiyorum.
Ardından masalarına geçip oturuyorlar. Siparişlerini almak için onlara eşlik ediyorum ancak ikisi de beni görecek durumda değil.
"Aynı onun gibi bakıyorsunuz. Salih'im gibi... Sanki hiç gitmemiş de karşımda oturuyor gibi" diyor kadın. Adam utanıyor ama gözlerini ondan saklamıyor.
"Ne içersiniz?" diyor sonra kadın beni fark ederek. "Konuşacak çok şeyimiz var."
"Demli bir çay alayım ben" diyor Fikret Bey.
Kadın hayatındaki en şaşırtıcı cümleyi duymuş gibi bakakalıyor. "Çay mı? Salih çayı hiç sevmezdi. Onunla hiç karşılıklı oturup birer bardak çay içmedik biz. O sevmediği için ben de çayın tadını unuttum zamanla. Bu onunla ilk kez çay içişim olacak" diyor hüzünlü bir kıkırdamayla.
Ben hala hiçbir şey anlamamış şekilde çaylarını getirmeye gidiyorum. Masaya çayları getirdiğimde kadın çoktan içini dökmeye başlamış bile:
"Ben hiç bilmiyordum Salih'in böyle bir şey yaptığını. Yani hayattayken organlarını bağışladığını. Onu aniden kaybettiğimiz o hastanedeki kara günde öğrendim bunu. Bir kazayla benden alınan Salih'imin başkalarına hayat olmak istediğini o gün öğrendim.
Ama böyleydi işte Salih. Hiçbir şey anlatmazdı, hiçbir şey söylemezdi. Bana ne flört dönemimizde, ne de evli olduğumuz 12 sene boyunca bir kere bile 'Seni seviyorum' demedi mesela, biliyor musunuz? Hiç sevdiğim adamın ağzından sevildiğimi duymadım ben. Ama o gözleriyle konuşurdu. Gözlerine bakınca bilirdim beni sevdiğini, bana kıyamadığını. Bazen beni hiç sevmemiş gibi gelirdi, beni umursamıyor gibi hissettirirdi, o zaman hemen onun gözlerine bakardım. Gözleri beni hiç yanıltmazdı. Beni sevdiğini şıp diye anlardım.
O yüzden onun öldüğünü öğrendiğimde gözlerine bir daha bakamayacağım için üzüldüm en çok. Sabah gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şeyin onun gözleri olamayacağı için kahroldum. Bir daha bana sevgisini söyleyemeyecekti Salih. Çünkü onunla birlikte gözleri de gitmişti. Hayatımın ışığı sönmüştü.
Sonra organlarını bağışladığını ve size kornea nakli yapıldığını öğrendim. O yüzden sizinle görüşmek istedim bugün Fikret Bey. Sizin bakışlarınızda yaşayan kocamı yeniden görmek için istedim, ona yine doya doya bakmak için, beni hala sevdiğini anlamak için istedim.
Artık biliyorum. Salih yaşıyor. Sizin gözlerinizde, sizin baktığınız her sokakta, her insan yüzünde, her detayda yaşıyor."
Konuşmalarının devamını dinleyemiyorum. Biraz daha durursam gözlerimden yaşlar fışkıracak gibi çünkü. Biraz sonra, çay bardaklarının boşaldığını gördüğümde masalarına gitme cesareti bulabiliyorum kendimde. Masada derin bir sessizlik hakim, sadece birbirlerine uzun uzun bakıyorlar hiç konuşmadan.
Fikret Bey, adının sonradan Melike olduğunu öğrendiğim kadına bakarken aslında ona görme yetisini geri veren Salih Bey'e bakıyor ve ona sessiz sessiz teşekkür ediyor, Melike Hanım ise ona bakarken kocasına yeniden kavuşuyor.
Büyülü bir an yaşanıyor kafede. Kimsenin bozmaya cesaret edemeyeceği kadar büyülü bir an...
Ben tam bardakları alıp gidecekken Fikret Bey'in telefonuna bir mesaj geliyor. "Oğlum beni almaya geliyormuş, gitmem lazım" diyor.
Gözleriyle vedalaşıyor bu birbirine çok yabancı aslında çok tanıdık olan iki kişi.
Fikret Bey'in yeniden koluna girerek onu kapıya kadar geçiriyorum. Ama sonra hiç beklenmedik bir şey oluyor, iki farklı göz buluşuyor bu sefer. Dünya bir anlığına sonsuz bir güneş ışığıyla doluyor, ardından ölümcül bir karanlığa gömülüyor.
Kapıda Fikret Bey'i bekleyen kişi haftalardır yolunu gözlediğim Kaş'taki Çocuk çünkü.
O sırada kafamda Fikret Bey ile birkaç saat önceki ilk tanışma anımız canlanıyor.
"Oğlumla gelecektim aslında, son dakikada kız arkadaşıyla bir işi çıktı."
"Oğlumla gelecektim aslında, son dakikada kız arkadaşıyla bir işi çıktı."
"Oğlumla gelecektim aslında, son dakikada kız arkadaşıyla bir işi çıktı."
Bu bir zaman masum olan sözler şimdi beynimin tüm kıvrımlarında yankılanıyor, kalbim saniyenin onda biri kadarlık bir süre içinde binlerce parçaya bölünüyor.
Kaş'taki Çocuk babasını alıp sokaktan yavaş yavaş ilerliyor. Kaş'ta yıldızsız bir akşamda kalbimi bir kör uykusundan uyandıran adamın gözlerinin başkasına ait olduğuna düşündükçe içim acıyor. Yapabileceğim tek şeyi yapıyorum ben de, bakışlarını unutamadığım adamın sırtına bakıyorum ardından uzun uzun.
Güzel günleri ne yaparsam yapayım göremiyorum.
Yorumlar
0