Hayatım boyunca tüm yaralarım sevgiden oldu. Her yarım, her karşılıksız bırakılan sevgi ayrı bir yara açtı bende. Babamın annemi ve beni terk edip sonsuzluğa kendi isteğiyle gitmesiyle başladı sevgiyle ilgili acılarım; sonra babam gibi hayatıma değen, teğet geçen diğer tüm erkekler de önce benden sevgimi aldılar ve tıpkı onun gibi sevgimi içlerinde tutsak ederek gittiler. Sonsuza dek gittiler.
Ama ben hiç vazgeçmedim sevmekten. Tüm yaralarım sevgidendi ama vazgeçemezdim. Küçükken bana okunan tüm masallarda sevgi kazanıyordu, ben sevginin dünyayı kurtaracak şey olduğunu öğrenerek büyütülen bir küçük kız çocuğuydum sonuçta. Böylesine iyi bir şeyden vazgeçilebilir miydi hiç? İnsan sevmekten hiç usanır mıydı?
Vazgeçmedim ama sevginin insanları bazen çok mutlu ama çoğunlukla nasıl mutsuz ettiğini de gördüm. Ama bu hafta kafede tanık olduğum bir olay sevgiyle ilgili tüm algımı alt üst edecekti.
***
Kafenin kalabalık olduğu akşamlardan biri... Bir kadın giriyor içeri. Yaklaşıyorum, "Şu an hiç boş masamız yok hanımefendi, eğer zamanınız varsa sizi ilk boşalan masaya alabilirim" diyorum. "Gerek yok" diyor, "Bir arkadaşımla burada buluşacaktık. Ah gördüm, şu masada. Sağ olun" diyerek tezgahın önündeki masaya doğru ilerliyor.
Beş dakika kadar önce kafeye giren ve son boş masaya oturan güneş gözlüklü kadının yanına oturuyor. Kadının gecenin karanlığında güneş gözlüğü takması dikkatimi çektiğinden o masaya daha bir ilgiliyim ama bir türlü siparişlerini almak için gidemiyorum masalarına. Dedim ya kafe çok kalabalık.
Sonunda elimde menüyle masalarının başındayım. O kadar hararetli konuşuyorlar ki ne onlara seslendiğimi duyuyorlar, ne de varlığımı fark ediyorlar. Yine birileri için hayaletsin kafedeki kız, aferin.
Beni bir noktada fark edecekler diye beklerken istemeden konuşmalarına kulak misafiri oluyorum ve tüm dünyam alt üst olmaya başlıyor.
"Yine mi dokundu o adam sana?" diyor kafeye sonradan gelen kadın.
"Lütfen konuşmayalım bunları, zaten canım çok acıyor" diyor gözlüklü kadın kesik kesik nefes alarak.
"Şu gözlüğünü çıkarır mısın lütfen? Artık buna devam edemezsin, duyuyor musun beni?" diyor kadın ve diğer kadının gözlüğünü bir çırpıda çıkarıyor.
Kadının yüzü morluklar, şişlikler, kızarıklıklar içinde. Bazı yerlerinde yanık izleri bile var. Hatta sonradan fark ediyorum ki sadece yüzü değil, vücudunun her yerinde morluklar var. Ceketini çıkardığında gözüken sırtında, kollarında, omuzlarında... Elim ayağım titremeye başlıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum.
Öbür kadın da şaşkın. İnanamıyor arkadaşının görüntüsüne. Halbuki kadın o yaraların altında bile o kadar güzel ki... Şu an gözlerinden akan gözyaşları bile onun güzelliğini saklayamıyor. Tam bu sırada kadının bana çok tanıdık geldiğini fark ediyorum. Çok tanıdık. Acaba daha önceden kafeye gelen bir müşteri mi, annemin bir arkadaşı mı, yoksa onu otobüs durağında mı gördüm, aklımdan saniyeler içinde onlarca senaryo geçiyor.
Sonra şiddete uğrayan kadının arkadaşının bir sözüyle sır perdesi yavaşça aydınlanmaya başlıyor.
"Sen yıllarca tüm kadınlara ilham verdin, güçlü kadının simgesi oldun televizyonlarda. Herkes sana ve sizin evliliğinize imreniyordu. 'Ne kadar müthiş bir çift' dediler sizin için yıllar boyu. Siz mükemmel ilişkinin de simgesiydiniz bir yandan da... Ortadan kaybolman şüpheleri üstüne çekse de kimse senin bu kadar mutsuz olduğundan, yıllarca kocandan şiddet görmenden şüphelenmedi. Sen de tüm bunları sineye çektin. Sana defalarca onu şikayet etmeni, boşanmanı söylesem de beni de, çevrende kalan birkaç diğer kişiyi de dinlemedin. Şimdi yine karşımda bu acılarla oturuyor, bana yardım et gibi bakıyor ama asla yardımımı kabul etmiyorsun. Söyler misin, ne yapmalıyım? Seni ondan kurtarmak için ne yapmalıyım?"
***
Bu acı hikayeyi dinleyip hem bedeni hem yüreği yaralı bu kadına dikkatlice bakarken anlıyorum onun kim olduğunu. O, bundan birkaç yıl öncesinin en ünlü simalarından. Yani magazinin peşinden koştuğu, ne yapsa, nereye gitse, ne yese, ne giyse olay olan ünlü kadınlarından. Ödül üzerine ödül alan, hem çok güzel hem de gerçek anlamda başarılı kadınlardan biri o.
Bir anda ortadan kaybolmasıyla herkesi çok şaşırtan bu kadın şu anda benim çalıştığım kafede, önümdeki masada oturuyor. Ve ben en az kendisi kadar ünlü ve herkesin saygı duyduğu, tam bir beyefendi dediği kocasından şiddet gördüğünü öğreniyorum. Nasıl olabilir böyle bir şey? Nasıl hayallerdeki ilişkiyi yaşayan bir çift böylesine bir sevgisizliğin kurbanı olabilir?
O sırada ünlü kadın söze giriyor:
"Sana daha önce de anlattım Selma, hiçbir şey yapamazsın, kimse bir şey yapamaz. Ben de yapamıyorum işte. Oğlum için susmak, dayanmak zorundayım. Ona zarar vermesini engellemek zorundayım. Biliyorsun, oğlum da çok hasta. Ona bakmak zorundayım ben, onu güvende tutmak zorundayım. Susmak zorundayım."
Kadın bu sefer daha fazla ağlamaya başlıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Arkadaşı ellerini tutuyor ve her şeyin düzeleceğini söylüyor. Ama üçümüz de biliyoruz ki hiçbir şey düzelmeyecek.
"İlk dayağımı bir çorbadan dolayı yiyorum kısacası"
Kadının gözyaşları biraz hafifleyince yeniden konuşmaya başlıyor.
"Keşke o gün anlasaydım, o gün anlasaydım da bugün çocuğumun hayatından endişe edecek duruma gelmeseydim" diyor. Arkadaşı hangi gün diye soruyor.
"Beni ilk dövdüğü gün. Deli gibi aşık olduğum, uğruna aşk acısı da çektiğim, o da beni seviyor diye havalara uçtuğum adamın karısı olduğum, tüm gazetelerin son yılların en romantik düğünü diye başlık attığı günden sadece bir ay sonraydı.
Bir gün çekimden gelmişim. Yorulmuşum, tek istediğim sevdiğim adamın, sonunda kavuştuğum adamın bir gülüşüyle tüm yorgunluğumu unutmak. Salonda koltukta otururken yanıma geldi. Sanıyorum ki bana sarılacak, beni sevgisiyle iyileştirecek. Onun yerine ne dedi biliyor musun?
'Sen ne biçim kadınsın? Tüm gün set set geziyorsun, sonra gelmiş burada yatıyorsun bir de. Sen bana bir sıcak kap ezogelin çorbası bile yapmadın. Bir karnıyarık koymadın önüme.'
Ben daha cümlesini anlamadan bana ilk tokatını atıyor. Tokatı yumruk, yumruğu tekme izliyor. İlk dayağımı bir çorbadan dolayı yiyorum kısacası."
Eskilerin ünlü, güzel ve başarılı kadınıyla arkadaşı sonra sarılıyorlar. Yaraları sarar gibi sarılıyorlar uzun uzun. Ama o yaralar öyle çabuk kabuk bağlayacak türden değil. O yaralar hem sevgiden hem sevgisizlikten. O yüzden belki de sonsuza dek kanayacaklar.
**
İki kadın sarılmaları bittikten sonra beni fark ediyorlar. Ünlü kadın hemen gözlüğünü takıyor. Yaraları dışarıdan o kadar belli ki ama yine de bir gözlüğün onları saklayabileceğini sanıyor. Hiçbir şey olmamış gibi menüyü alıyor, sütlü bir kahve istiyor. Bana gülümsüyor. Tıpkı bir aralar kameralara gülümsediği gibi...
Ama ben onun yaralarını gördüm, ben sevginin insanları nasıl mutsuz edebildiğini gördüm. Ben ünlü, ünsüz, güzel, çirkin, başarılı, başarısız kadınların yaralarının sevmeyi hiç başaramamış adamların kendine güvensizliklerinin bir sonucu olduğu defalarca gördüm.
Kafeye gelen bu yaralı ünlü kadın yardımı kabul etmese de yaraları sevgiden olan tüm kadınların birleşmesi ve buna karşı koyacak gücü olduğuna inanması lazımdı. Bunu o gün daha iyi anlamıştım ve her zamanki olduğu gibi asla vazgeçmeyecektim.
Yorumlar
0