kafedeki-kiz-yeni-muz-yasli-amca

Muz Satmak İçin Şiddetli Yağmur Altında Bekleyen Amcanın Mutlu Biten Hikayesi

Favorilerime
Ekle

Hayatım boyunca hep bir şeylerden utandım ben. Çocukken babamın annemi sevmeyişinden utandım, onları mutsuz gördükçe yüzümü hep başka tarafa çevirdim. Babam intihar etti, onun ölümünden utandım. Babamın intiharını kimseye anlatamadım. Sanki hiç olmamış gibi davranarak içimde bir daha kapanması zor olan yaralar açtım. Okulda yalnızlığımdan, buna rağmen sınavlardan yüksek aldığımda çalışkanlığımdan utandım. Birinin benden hoşlandığını düşündüğümde utandım. Sevilmeyi hak etmediğimi düşündüm ben. Üniversiteden birincilikle mezun olup ülkenin en iyi şirketlerinden birinde işe başladığımda utandım. Şirketin belki de en iyi, en çalışkan, en zeki çalışanlarından biriydim. Ama bunu göstermekten utandım.

Ben görülmekten, ben kendim olmaktan, ben sevilmekten utandım.

İşte belki de bu yüzden Kafedeki Kız oldum. İsmimi, yüzümü bile sakladım sizden. Çünkü hep dediğim gibi;

"Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz."

Ben hep saklanan Kafedeki Kız geçtiğimiz haftalarda saklanan, saklayan, utanan, utandıran bir başkasıyla tanıştım. O bana kendi hatalarımı hatırlatacak, o benim geçmişimden utanmamı sağlayacaktı.

Herkesin hayatını değiştirecek olan bir yağmur

Bundan birkaç hafta öncesi. Boş masalar var ama kafe yine de dolu sayılır. Meteorolojinin yaptığı dolu ve sağanak yağış uyarısı insanları korkutmuş olmalı. İnsanlar kendilerini evlerine, ofislerine hapsetmiş.

Kafedeki bu sakinliğe rağmen dört gençten oluşan bir masa kafeyi panayır yerine çevirmiş durumda. Sesli konuşmalar, gülüşmeler, kahkahalar... Diğer masalardaki insanlar bundan biraz da rahatsız. Sürekli kafalarını çevirip üniversite çağındaki bu gençlere bakıyor, cık cıklayıp önlerine dönüyorlar. Ama bizim gençler hayatından o kadar memnun ki onları umursamıyorlar bile.

Tam bu sırada hiç beklenmedik bir şey oluyor.

Hava önce sarıya, sonra zifiri karanlığa dönüyor, bir anda güneş açıyor, sonra yine sarı, yine kara derken gökten kocaman yağmur taneleri büyük bir hızla sokağın kaldırımlarına, kafenin camlarına, dışarıdaki masaların üzerine kulakları sağır eden bir gürültüyle düşmeye başlıyor.

Kafedeki herkesin hayatını değiştirecek olan yağmur tüm hızıyla yağmaya başlıyor.

***

Yağmurun başlamasıyla sokaktaki herkes bir yere kaçışıyor, dışarıdaki masalarda oturanlar içeri doluşuyor, arabalar ilerlemiyor, kediler miyavlamıyor, hayat yağmurla birlikte o anda sanki ebediyen duruyor.

Ama tek, tek bir kişi yağmurdan kaçmıyor.

Kafenin hemen karşı kaldırımında seyyar tezgahında muz satan amca milim kımıldamıyor. Tezgahtaki muzların üzerine kapanmış, kendi sırılsıklam olmasına rağmen onları canı pahasına koruyor.

Hiç düşünmeden kafenin önüne fırlıyor ve amcayı kafeye çağırıyorum. Ama gelmiyor. "Bunları bırakamam kızım, ekmek param onlar, sağ ol" diyor. Onu ikna edemiyorum.

Tüm kafe bu sıra dışı yağmuru unutmuş, muz satan amcayı izliyoruz. Birkaç dakika sonra yağmur şiddetini kaybediyor, insanlar tek tük olsa da yeniden sokaklardaki yerini alıyor.

Ama amca hala muzlarını, tezgahını bırakmıyor. Onlara sarılarak, gelip geçene satmaya çalışarak ıslanmaya devam ediyor.

İşte o anda beklenmedik ikinci bir şey oluyor.

kafedeki-kiz-yeni-muz-yasli-amca

Masada oturan gençler bir anda ayaklanıyor, kafeden büyük bir hızla çıkıp amcanın yanına koşuyorlar. Amcanın elinden muzları alarak hep birden muzları satmaya başlıyorlar. Öyle bağırıyor, öyle canla başla çalışıyorlar ki sokaktan geçen hemen herkes amcaya da acıyarak muz alıyor.

Kafenin içindeki bizler için bir tiyatro sahnesi gibi tüm yaşananlar. Herkes elindeki fincanı bırakmış, hemen önümüzde gerçekleşen bu inanılmaz olayı izliyor. Biraz önce ses yapıyorlar diye herkesin cık cıkladığı o çocuklara alkış tutuyorlar.

Ancak yine de bu işte bir gariplik var. Çünkü dışarıda gençlerin yağmurda ıslanan amcaya yardım edişlerini izleyen biri daha var.

O da arkadaşları dışarı koşarken masadan kalkmayan, hatta masanın kenarlarına titreyen parmaklarıyla sıkı sıkıya tutunan, hipnoz olmuş gibi, gözleri dolu dolu dışarıyı izlemeye devam eden genç bir çocuktan başkası değil.

Sanki kalkıp gitmek istiyormuş da bir güç onu orada tutuyormuş gibi bir hali var. Onda bir gariplik var, ama ne? Henüz bilmiyorum ama çok merak ediyorum.

***

Çocuklar on dakika gibi kısa bir süre içinde yaşlı amcanın tüm muzlarını satıp parasını ona teslim ediyorlar. Tüm gün çalışsa hepsini belki de satamayacağı muzların tümü bir anda bitiyor. Uzaktan bile amcanın mutluluktan, şükrandan ve şaşkınlıktan gözlerinin dolu dolu olduğunu görebiliyorum.

Çocuklar onu ikna etmiş olmalı ki birkaç dakika içinde amca gençlerle birlikte kafenin kapısından içeri giriyor ıpıslak kıyafetleriyle. Hepsinin yüzünde kocaman bir gülümseme var, masaya doğru hep beraber ilerliyorlar.

Ama tam masaya geldiklerinde hiç beklenmedik bir an yaşanıyor. Masada tek başına kalan çocukla muzcu amca birbirine uzun uzun, sessiz sessiz bakıyorlar. Gözleriyle konuşuyorlar. İkisinin de gözleri dolu. Biri bir kelime etse ikisi de bir anda ağlamaya başlayacak gibi.

İlk ağzını açan masada tek başına kalan genç oluyor, adamın ellerine sarılıyor ve "Özür dilerim" diyor. "Beni affet baba..."

Çocuğun arkadaşları başta olmak üzere hepimiz çok şaşkınız. Çocuğun ağzından çıkan "baba" kelimesi bizi yerle bir ediyor. Kafalarımızı karıştırıyor. Kendimizi bize unutturuyor. Dünyada sadece ikisi kalıyor.

Yaşlı amcanın dolan gözleri artık dayanamıyor ve az önceki yağmur gibi gözyaşları çağlamaya başlıyor. Önce korkakça omzuna dokunuyor genç çocuğun, ardından yüzüne, sonra saçlarını seviyor ve bir anda ona kocaman sarılıyor.

Neler oluyor?

"Ben seni hak etmiyorum baba. Ben seni hak etmiyorum"

Bu gözyaşlarıyla dolu sarılmadan sonra herkes masadaki yerine geçmiş, bir açıklama bekler durumdalar. Ben de ıslanmış, üşümüş amcaya koca bir fincan çay getiriyorum. Ama gözü onu görecek durumda bile değil.

Çocuğun arkadaşları soru üzerine soru soruyor, "Neler oluyor Hakan?" diyerek olan biteni anlamaya çalışıyorlar.

Genç çocuk artık dayanamıyor ve anlatmaya başlıyor:

"Arkadaşlar, az önce yardım ettiğiniz, muzlarını sattığınız adam benim babam. Öz babam. Evet, biliyorum size yalan söyledim. Size babamla annemin yurt dışında yaşadığını, şirketimizi oradan yönettiklerini söyledim. Yalandı. Aslında benim annem temizliklere giden bir kadın, babam da beni okutmak için sokakta meyve-sebze satan bir adam. Ama işte ben, ben onlardan utandım. Arkadaşlarımın ailemi böyle tanımasını istemedim. Yaptıkları işten, maddi durumumuzdan, oturduğumuz o köhne mahalleden utandım. Üniversiteyi kazandığım yıl onları, o evi terk ettim. Evi terk ettiğimden bugüne kadar da babamın yüzünü hiç görmemiştim. Silmiştim onları, kendi ayaklarım üzerinde durabilirdim ben, beni okutmak için o utandırıcı işlerine ihtiyacım yoktu. Ama babam ben onları hakaret dolu sözlerle terk etmeme rağmen benden hiç vazgeçmedi. Her dönem o yüklü üniversite harcımı benden habersiz ödedi. Ben istemesem de benim okumamı sağladı.

Az önce onun sokakta meyvelere nasıl sahip çıktığını görünce ancak anlayabildim onun benim için şimdiye kadar ne kadar çok fedakarlık yaptığını. Benim için, ailesi için nelere katlandığını. Onu terk edip ondan utanan oğlu için aslında neler yaptığını, beni aslında ne kadar çok sevdiğini...

Ben seni hak etmiyorum baba. Ben seni hak etmiyorum."

meyvecinin-oglu

Bundan sonrası tüm kafenin hep birlikte gözyaşı döktüğü bir kavuşma sahnesi. Meyveci Hasan Amca oğlunu affediyor, onu bağrına basıyor, onu çok sevdiğini, onu çok özlediğini söylüyor.

Baba-oğul kol kola kafeden çıkıyor. Yüzlerinde kocaman bir gülümseme...

Dışarıda güneş gökyüzünde parlamaya başlıyor. Çiçekler açıyor. Kelebekler uçuyor. Kediler yeniden miyavlamaya, arabalar yeniden hareket etmeye başlıyor.

Dışarısı mis gibi toprak kokuyor.

Güneş insanın içini ısıtıyor.


Doyamayanlar için bir de videomuz var!

Yorumlar

0 yorum yapılmış

Vallahi Bırakmayız, Bir Tabak Daha?