Bir parka gidip bankta oturmak neler düşündürüyor insana... Ya da bir kahvenin soğumasını beklerken neler düşünüyor insan.
Beklemekten yorulmuşsun ama elinde değil, bekliyorsun. Gelsin diye bekliyorsun, dönsün diye bekliyorsun, sevsin diye bekliyorsun. Aslında bu kadar basit, sevilmek istiyorsun. Ona inanmıştın, hatırlıyor musun? Ama artık birine inanıp kırılmak, sonra çok çok üzülmek seni yaralamıyor. Sen inancını kaybettin. En çok bu yaralıyor seni. Onu özlerken aslında kendine yabancılaşmışsın, en çok kendini özlüyorsun. İnsanı işte bu kırıyor, yalnız kalmak değil yalnız bırakılmak kırıyor.
Bunları düşünmemin sebebi bu hafta kafede tanıştığım, farklı iki kişiyi beklerken birbirlerinin yalnızlıklarına çare olan, birbirine tamamen yabancı iki insan oldu.
Onlar birbirlerinin yaralarına dokunurken umutsuzca bekleyen herkese farkında olmadan büyük bir ders vereceklerdi.
Pastel pembesi güllerle gelen genç bir adam, yazın ortasında sürekli sıcak çikolata içen genç bir kadın
Havanın en sıcak olduğu yaz günlerinden biri... Kafe normale göre biraz daha sakin. Bu şehirde kapana kısılmış birkaç müşteriden başka kimse yok içeride. Olanlar da dondurmalarının serinliğinde kendilerini oyalama peşinde. Kimse mutlu değil ama herkes çok güzel mutlu taklidi yapıyor.
O sırada içeri genç bir adam giriyor. Elinde kocaman bir buket çiçek var. Pastel pembesi güller... Köşedeki masaya geçiyor. Heyecanı her halinden belli oluyor. Eminim kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyor o anda. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor.
Yanına gidip siparişini almak istiyorum. "Birini bekliyorum, sonra versem siparişimi olur mu?" diyor. Olur tabii, olmaz mı? Ben beklemeye alışığım.
Tam elim boş dönerken hemen çaprazındaki masada oturan kadın bana el işareti yapıyor. Yanına gidiyorum büyük adımlarla. "Bir sıcak çikolata daha alabilir miyim?" diyor.
Yine şaşırıyorum. Çünkü bu kafeye geldiğinden beri sipariş ettiği ikinci sıcak çikolata. Yılın en kavurucu günlerinden birinde sıcak çikolata içmekte ısrar eden bu kadına uzun uzun bakıyor ve "Tabii" diyerek siparişini hazırlamak üzere yerime dönüyorum.
Arkama dönüp yeniden önce adama, sonra kadına bakıyorum. Adam elindeki pembe güllere sıkıca sarılmış durumda, kadın ise dalgın dalgın camdan dışarı bakıyor.
Dışarıdaki hayat akmaya devam ediyor.
***
Genç adam, kafeye girdiğinden bu yana yarım saat geçiyor ama gelen giden kimse yok.
Yarım saat kırk beş dakika oluyor, kırk beş dakika bir saat... Bir saat bir buçuk saat olduğunda adam hala elinde sıkı sıkı tuttuğu çiçeklerle masasından yavaş yavaş kalkıyor.
Ona çok yakın bir mesafedeyim. Her hareketindeki hüznü içimde hissedebiliyorum bu yüzden. "Vazgeçti, her şeyden vazgeçti. Gidiyor" diyorum içimden.
Ama sonra hiç beklemediğim bir şey oluyor.
***
Adam, elinde çiçeklerle o sırada üçüncü sıcak çikolatasını bitirmek üzere olan kadının masasına yaklaşıyor ve elindeki çiçekleri masaya bırakarak; "Kabul ederseniz bunlar sizin olsun. Sizin gününüzü güzelleştirsin" diyor.
Saatlerdir sıcak çikolatasını karıştırarak kafenin camlarından dışarı uzun uzun bakan kadın ilk defa gözlerinin başka bir insanla buluşmasına izin veriyor. Adama derin derin bakıyor.
Ve birkaç saniye geçmiyor, kadın hıçkırarak ağlamaya başlıyor.
"Çok teşekkür ederim, siz bana nişanlımı geri verdiniz"
Ben hemen masaya koşuyorum. Adam da ben de çok şaşkınız. Hele genç adam... Yanlış bir şey yaptığını düşünüyor olmalı. Gözlerinden hüzün akıyor. Ama hiçbir şey yapamıyor.
Kadın birkaç dakika sonra kendini toparlıyor ve bu sefer gülümsemeye başlıyor. Kocaman, tüm hayatına yayılan bir gülümseme bu.
"Teşekkür ederim" diyor, "Çok teşekkür ederim, siz bana nişanlımı geri verdiniz."
Yorumlar
0