fatih-corba

Fatih’te Çorba İçerken Bir İspanyol Kız Öptü Beni...

Favorilerime
Ekle

Evet. Gece ikiydi ve çok açtım. O kadar iç iç sonra eve gitmek için minibüs, dolmuş bakarken ara sokakta Hadise’nin O Ses Türkiye'de söylediği gibi "bana gel, bana gel" diye seslenen bir dükkan gördüm. Çiseleyen yağmur eşliğinde sokağa girdim. Salaş esnaf lokantaları tadında camında pileli perdeler takılı, mavi ahşap bir dükkan idi. Şöyle camdan içeriye doğru baktım. Benim tarzımda, demlenmiş ve uyku öncesi bir çorbayla mideyi dinlendiren insanlar vardı. Şöyle kafayı geriye doğru yatırıp dükkanın ismine baktım: Çor-ba-cı Hü-se-yin”. Doğru adrestesin Kaan dedim.

Kapıyı araladım ve o yağmurlu serin havadan sıcak çorba kokularının olduğu ortama girdim. Yerlerde karo fayanslar ve tahta masalarla klasik esnaf lokantasıydı. Bir boş masa buldum. Masada klasik yuvarlak plastik ekmek kutusu vardı. Yanında birazdan çorbaya katacağım kırmızı biber, nemlenmiş ve akması ihtimali düşük tuz ile dostu karabiber mevcuttu. İki şişe su da çorbayla boğazımızı ferahlatmak için nöbet halindeydi.

İki dakika sonra karşımda bıyıklı, kara kaşlı; aslında üstündeki önlüğü ve mutfaktan çıktığını belli eden kokuları olmasa Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ı var diyebileceğim, Hüseyin Bey vardı. Tabii ki elli yaş versiyonu. Şöyle beni bir süzdü. Elini çenesine götürdü. Ben tam "Bir ......... istiyorum lütfen" diyecektim içeri doğru yürümeye başladı. Arkasında tam bir şeyler söyleyecektim, valla diyemedim bir şey. Arkasından öyle kaldım. Sanırsın adam boyumun ölçüsünü aldı.

Bir – iki dakika bekledim ve tam arkaya doğru yürüyecekken Hüseyin Bey isimli şahsiyet elinde çorba kasesi, bana doğru geldi. "Ben daha sipariş vermemiştim" diyecektim ama cümlemin yarısında "Biz burada ne getirirsek onu içersin, menü yok, istek yok" dedi. Çattık belaya akşam akşam. Neyse içip gidelim diye düşündüm. Sıcak çorba sonuçta, bu saatte ne olsa içilirdi. Ya mercimek ya da işkembedir başka ne olabilirdi ki?

Gazpacho Çorbası Tarifi

Kaşığı aldım. İlk kaşık ağzıma girdi ve soğuk ama o ne lezzet. Gözlerimi kapattım. Valla iyi ki menü getirmemişti. Gözlerimi bir açtım ve....

Ve tahminimce İspanyolca konuşulan bir esnaf lokantasındaydım. Yok canım olamazdı böyle bir şey. Açıp kapattım gözlerimi tekrar. Ciddi ciddi yabancı bir ülkede bir lokantada çorba içiyordum. Hadi canım. Tamam hikaye anlatıyoruz ama bu kadarı olamazdı. Tekrar tekrar gözleri aç/kapat, çimdikleme ve aklıma gelebilecek her türlü çabayı gösterdikten sonra bu sefer kaşığı masaya bıraktım. Daha da ilginç olan masada karşımda esmer, kara kaşlı, zeytin gözlü bir İspanyol kız kendi dilinde bana bir şeyler anlatıyor ve arada kahkaha atıyordu. Ama olaylar daha yeni başlıyormuş. Kız sonra bana sert sert bakıp bir şeyler sorar gibi bir tarzda birkaç kelime söyledi. Ben kıza aynı dilde karşılık verdim. Kendi kendine dilim çözülmüş ve kızın (İspanyolca zannediyordum ama daha sonra Katalanca olduğunu öğrenecektim) söylediklerine karşılık vermiştim.

İsminin daha sonra Nausica olduğunu öğreneceğim bu güzellik bana bir kahkahayla yanıt verdi. Ne olup bittiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. On dakika önce Fatih’te çorba içerken şu an yabancı ülkede güzel bir kızla yemek yiyorduk. Kesin rüyaydı ama ne bozacaktım böyle rüyayı. Sadece rüyanın sınırlarını anlamak için kapıya masadaki menüyü aldım ve restoranın ismine baktım: "Bar Restaurante Romesco". Gerçekliğini sonra kontrol edecektim. Bu arada içtiğim şeyin 'Gazpacho' olduğunu biliyordum (burada da gazpacho tarifi var) ama nerden ve nasıl biliyordum en ufak bir fikrim yoktu.

Bir kaşık daha aldım çorbamdan. Zeytin gözlü esmer kız anlatmaya devam ediyordu. Ben de sohbete eşlik ediyordum. Çorbayı bitirirken burada sohbetin de biteceğini anlamamıştım. Son kaşığı içmemle kendimi Fatih’te, Çorbacı Hüseyin’in mütevazi ortamında bulmam bir oldu. Ya çok iyi içmiştim ya da bu adam çorbaya bir şey koyuyordu. Mutfağa doğru yürüyordum...

romesc-restaurant

Arkada Hüseyin ile bir kadın (yardımcısı gibi değildi sanki karısıydı) konuşuyordu. Yeniden Romesco'nun dükkanına dönmeliydim. "Aynı çorbadan bir tane daha dedim" ve yerime döndüm. Bir çorba daha geldi ama bu çorba başka bir çorbaydı. Bir kaşık aldım. Bu bildiğimiz kelle paçaydı. Tam bir hayal kırıklığı. Hüseyin mutfağa dönmeden sesledim: "Bir öncekinden istiyorum...". Arkasını dönüp sanki az önce evin en değerli vazosunu kıran küçük oğluymuşum gibi bakarak "Gazpacho içmek için İspanya’ya gitmen lazım, burası Fatih" dedi. Hass.... Olay başka bir boyuttaydı. Herif Fatih’te bana gazpacho getirmiş, İspanyol bir kız benimle sohbet etmişti. Ya da ben iyi içmiştim.

Çorbayı içtim ve kendimi toparlamak üzere hesap faslını hızlıca geçip daha fazla bu konuyu açamayacağımı anlayarak dükkandan çıktım. Depocu Mehmet’in (bakınız önceki hikaye) oğlu Kaan İspanya’da çorba içmişti. Daha da gecikmemek için taksiye atlayıp mütevazi öğrenci evime geldim. Kimseye bir şey anlatmadan yatağıma girdim.

O gün geçmedi, bitmedi. Aklımda esmer kız ve kara kaşlı Hüseyin vardı devamlı. Akşam olduğu gibi Fatih’e yollandım. Dükkan açıktı. İçeriye girdim ve bu sefer kız istemeye gelmiş damat adayı misali masaya oturdum ve sesimi bile çıkarmadım. Beş dakika sonra Hüseyin abi elinde çorbayla geldi. Hüseyin abi diyorum çünkü saygı anlamında bir mesaj vermem geriyor hikaye bile olsa. Çorba bana baktı, ben çorbaya baktım ilk dakika. Sonra o kaşık nazikçe çorbaya doğru ilerledi ve dolu kaşığın ağzıma girmesi ve gözlerimi kapatıp açmamla yine Romesco’da idim ve yine karşımda o vardı. Bu rüya falan değildi. Bu sefer çorba yavaş bitecekti. Herhalde İspanya saati ile bir saate yakın sohbet ettik (1 saat 60 dakikaydı ve bu tüm dünyada böyleydi ama ben saçmalayacak derecede mutluydum).

Kızın ismi Nausica idi ve evet biz yine Katalanca konuşuyorduk. O bana okuldan, evden bir şeyler anlatıyordu; ben de ona bizim evden, arkadaşlardan bahsediyordum. Çorbanın bitmesini engellemek için menüden oranın spesiyali olarak gözüken frijoles (fasülye) sipariş verdim. Kızarmış muz, siyah fasülye ve sahanda yumurta karışımlarının beraber geleceğini bilseydim sipariş eder miydim bilmiyorum. Bu arada Nausica ile sanki iki arkadaş Taksim’de buluşmuş gibi laflıyorduk. Arkadaştık sanki. Sonra Nausica masanın üstünden eğildi ve bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Öylece kalmıştım. Biz arkadaş değil sevgili miydik? Çantasını aldı ve kapıya doğru yöneldi. Ama ben daha hazırlıklıydım. Hemen bileğinden yakalayıp eline bir kağıt sıkıştırdım. Kağıdı açıp okudu ve bana bakıp tamam der gibi başını salladı. Asıl test şimdi başlıyordu.

romesco-frijoles

Son görüşmemizden tam üç hafta sonra 4 Nisan tarihinde saat 14:00'da Nausica ile Romesco’da buluşmak üzere Barcelona’ya giden uçaktaydım. Ona verdiğim nota göre bugün öğleden sonra onunla aynı restoranda ama gerçek hayatta buluşacaktım. Depocu bir adamın oğlu olarak arkadaşlardan harç, borç para toplayıp uçak biletini almış ve İspanya’ya doğru gidiyordum. Deliydim ama bir defa yaşıyordum. Kaç tane İspanyol kız arkadaşı olan arkadaşım vardı? Hele Fatih’te çorba içerken sizi öpebilen bir kız arkadaş...

Az buçuk İngilizcem ve aslında hayatımda hiç konuşmadığım ve iki üç kelimeyi geçmeyen, son bir ayda öğrenmeye çalıştığım Katalanca ile yoldaydım. Kalbim, hani arabayla yolda giderken küçük bir tümseğin üstünden geçersin ve yüreğin ağzına gelir gibi olur ya işte aynen öyleydi.

Ve İspanya’daydım. Havalimanında şehir merkezine metro, otobüs bir şekilde ulaştım. La Rambla denen caddenin yanındaki La Boqueria’ya (Pazar yeri gibi olan bir yer) yakın bir yerdeydi bu esnaf lokantası. Elimdeki haritaya baka baka buldum La Rambla’yı. Sonrası pamuk ipliği. Pazar yerinin içinden geçtim ve ara sokaklardan Romesco’ya ulaştım. Kapıdaydım ve buluşmaya bir buçuk saat erken gelmiştim. Kapıdan içeri girecekken arkamdan bir ses "Merhaba" dedi. Arkamı dönmemle hayatımın devamını geçireceğime emin olduğum kişiyi görmem bir oldu. Önce bir süre bakıştık, sonra sarıldık. Bu sefer gerçek hayattaydık. Maalesef Katalanca veya İspanyolca konuşamıyordum veya o Türkçe konuşamıyordu ama süre sınırı yoktu ve beraberdik. Kimdi? Nasıl çıkmıştı karşıma? Nereden gelmişti? Hüseyin kimdi? Bilmiyordum ama ne gerek vardı. Dönünce çorbacıya gidip öğrenecektim ama Nausica karşımdaydı. El ele tutuştuk. Dükkana girdik ve aynı masaya oturuncaya kadar ayakta bekledik. Menüden bu sefer o seçti çünkü ben hiçbir şey anlamıyordum. Masamıza iki tabak Frijoles (fasülye) geldi. Göz göze bakışarak yemeklerimizi yedik ve Sangria’larımızı içtik. Sonra dar sokaklarda el ele yürüdük.

Ertesi akşam uçağa binerek İstanbul’a döndüm. Bu sefer Nausica İstanbul’a gelecekti. Bir hafta sonrası için konuşmuştuk. Ben ise bu garip işlerin içine beni sürükleyen Çorbacı Hüseyin’e gittim. Maalesef dükkanın yerinde bir bakkal vardı. Bakkala girdim ve bakkalın sahibini olduğunu düşündüğüm beyefendiye Çorbacı Hüseyin’i sordum. Bakkaldaki yaşlı amca gözlüklerinin üstünden bakarak "Ne çorbacısı oğlum" dedi. Mesaj alınmıştı. Hüseyin yoktu, çorbacı yoktu. Sonra öğrendiğim kadarıyla bakkal amca en az elli yıldır oradaymış.

Bazen çok yormamak lazım bu beyin denen organı. Çok yormadım ben de. Bir hafta hemen geçti ve o burada. Nausica ile Galata’da balık ekmek yemeğe gideceğiz birazdan...

Siz de gidin çorbacılara gece geç saatte. Kim bilir...


Doyamayanlar için bir de videomuz var!

Yorumlar

1

Mustafa (profesorsalcalikuskus)13 Şubat 2015 14:08
Devamını bekliyorum, film olur bu hikaye çok beğendim :)
Yanıtla

Vallahi Bırakmayız, Bir Tabak Daha?