Yemek.com

Şölenler, Fast Food ve Doymama Hissiyle: Dünden Bugüne Yeme İçme Alışkanlığımız

20 Kasım 2020

Tarım ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte birçok yiyeceğe dilediğimiz zaman erişebiliyoruz. Bu erişim sayesinde yemeye ve içmeye olan ilgimiz giderek artıyor. Eskiden her yiyeceği sadece mevsiminde tüketebiliyorken; şimdilerde var olan bu çeşitlilik sayesinde çoğu yiyeceğe istediğimiz zaman ulaşabiliyoruz.

Çeşitliliği bol ürünlerle elbette pek çok yemek hazırlıyor ve bu hazırlanan yemekleri sevdiklerimizle paylaşıyoruz. Ortamdaki veya sofradaki yiyeceklerin güzelliği üzerimizde çok fazla yeme ve içme hissi uyandırabiliyor. Gelin, bu leziz besinlerin ne gibi etkenlerle yemek yeme alışkanlıklarımızı etkilediğini biraz inceleyelim.

İlk çağlardan bu yana: Şölenler ve festivaller

Şölen ve festival kavramları isim olarak 1200'lü yıllara kadar uzanıyor. Toplumlar tarafından kutlanan bu etkinliklerin temel amacı insanları bir araya getirmek ve birçok farklı kültürü anmak üzerine. Bu kültürler toplumdan topluma değişse de çoğu zaman içinde bulunulan bir tatili ifade ediyor. Bunlar dini, politik, sosyoekonomik olarak bir veya birden fazla olayı anmak üzerine yapılan çeşitli ritüelleri ve faaliyetleri içeriyor.

Yemek ve içmek, buradaki en büyük ve önemli faaliyetler. Bazı toplumların festivallerinde en önemli hayati kaynak olan "yemek" hasat zamanı ile nitelendiriliyor. Ayrıca oruç gibi ritüeller yemeğin, açlığın ve arınmanın önemini göstermeye yönelik olarak toplum içinde öğütleniyor. Her ne kadar yemek, kutsal olarak gösterilse de bazı yemek festivalleri çok fazla gıda tüketimini normal olduğunu yansıtabiliyor ve israfa neden olabiliyor. La Tomatina festivalini buna örnek gösterebiliriz.

Bu festivalde İspanya'nın doğusunda bulunan Valensiya kasabasında, insanlar birbirlerine domates fırlatarak bir festival düzenliyorlar. Bu festivallerin yanı sıra eski zamanlardaki kral ve saray ziyafetleri de çok fazla yemeğin sergilendiği farklı bir yer. Bu şölen ve festivallerin yıllar içerisinde yemek yeme alışkanlıklarımızı değiştirdiğini söyleyebiliriz.

Fast food ve abur cubur kültürü

Amerikalılar, Avrupa'dan yeni kıtalarına taşındıklarında çiftliklerde kendi ürettiklerini tüketerek yaşamaya başladılar. Zengin olanlar; kahve, baharat, şeker gibi ürünlere rahatlıkla ulaşabildi. 19.yy’a kadar birçok yiyecek dükkanlarda ve tezgahlarda ham şekilde satılıyordu. Markalı ürün sayısı az ve pahalıydı. Amerikalıların dışarıda yemek yeme alışkanlıkları da oldukça azdı.

20.yy’ın ortalarına kadar; hamburger, sosisli sandviç, cips, patlamış mısır, patates kızartması, nachos, pizza gibi yiyecekler, Amerikalıların mutfak kültürlerinde yok denecek kadar azdı. Fast food ve abur cuburlar, doğallık açısından az ama kalori açısından yüksek bir şekilde 20.yy’ın sonlarına doğru doğmaya başladı. Fast food'un doğuşu çok uzun ve kapsamlı bir konu olsa da teknolojinin gelişimi ile fast food'u doğrudan bağdaştırabiliriz. Kısa süre ve az işçilikle yemek üretebilen teknoloji, fast food'u ve abur cuburların oluşumunu hızlandırdı. Amerikalılar arasında bu durum zamanla dışarıda yemek yeme alışkanlığını arttırdı. Bazı kaynaklar fast food'un bu özelliği ile birçok etnik kökenden restoranın popüler olmasına ve toplumların birbiri ile tanışmasına öncü olduğunu savunsa da; fast food'un bundan çok daha önemli bir durum olan “insan sağlığına” etkisi yadsınamaz durumda.

Doymama hissiyle gelen zevki iştah

Fast food ve abur cuburların ortaya çıkışına kadar doymama hissi, insanlığın ve gastronominin uğraştığı en büyük sorunlarından biriydi. Fast food ve abur cuburların doğuşuyla ise hiç bu kadar hızlı bir şekilde yayılabileceği ve insanları etkileyebileceği ortamı olmamıştı. Çünkü lezzetli, kalorili ve çekici pek çok ürün, bu hissinin sahip olduğu en büyük güvencelerdi. Amerika'da doğan fast food ve abur cubur anlayışı, doymama hissiyle birlikte tüm gelişmiş ülkelere yayılmaya başladıktan sonra bazı yerlerde hoş karşılanmasa da hazır gıdaya ihtiyacı olan pek çok ülke bu alışkanlıkları doğrudan edinmeye başladı.

Doymama hissinin en büyük nedenlerinden biri de zevki iştah. Zevki iştah, insanda doğuştan itibaren oluşmaya başlıyor. Özellikle un, yağ, şeker ve nişastalı ürünlerin yarattığı etki, bu hissi doğrudan tetikleyebiliyor. Bir türlü doyamamak, "artık yeterli" diyememek, keyif ve lezzet uğruna çıkılan iştah yolunun; bu his ile tanışıp, yanlış yola sapmasına neden olabiliyor.

Kıssadan hisse...

Gastronominin ne olduğundan, kişiye nasıl bir yolculuk sunduğundan önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Bizim yolculuğumuza göre gastronominin en büyük amaçlarından ve belki de en önemli amaçlarından biri “gıdayı korumak” üzerine. Bu da doğrudan bizi diğer amaçlarına götürüyor. Doymak ve doyurmak...

İhtiyacımız olacak kadar yemek ve içmek, doymama hissinden olabildiğince uzak durabilmek, doyarken gıdayı korumamız için yapabileceğimiz en iyi yollardan. Bir yemek hazırlayıp, çok yüce bir iş olan insanları doyururken de; dikkat etmemiz gereken en önemli nokta, israftan tamamen kaçınmak. Yemeği, hazırlayacağımız kişi sayısına göre planlayıp, marketlerden ona göre alışveriş yapmak, bir domates kabuğunu bile en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmak “gıdayı korumak” için yapacağımız yollardan sadece bazıları.

Gastronominin en önemli amacı olan “gıdayı korumak” için hepimizin gastronomi eğitimi almasına gerek yok. Annelerimizin yıllardır yaptığı gibi dünden kalan pilavla çorba yapabilmek, fazla köfteyi dondurmak, yazın aldığımız domateslerle soslar ve salçalar hazırlamak, tabağımızı bitirmek için değil de doyduğumuz kadar doldurmaya çalışmak yeterli. Eskisine nazaran daha kalabalık olduğumuz bu dünyada, paylaşmak ve aç olan insanları her daim hatırlamak, yeme ve içme alışkanlıklarımızın olumlu yönde etkilenmesini sağlayacaktır.

 

Kaynak 1, 2