Yemek.com

Kanser Hastası Küçük Emre'yi Saçını Kazıtarak Hayata Bağlayan Kafe Çalışanı

24 Kasım 2017

"Umudunu kaybedersen hiç iyileşemezsin" derdi dedem. "Umudu olan bir gün mutlaka iyileşir. Bir gün sonra, bir ay sonra, belki bir ömür sonra... Ama iyileşir, toparlanır, küllerinden yeniden doğar. Ama umudunu kaybetmiş bir insan yolunu kaybeden bir gemi gibidir. Dalgalar onu hırpalar, rüzgar yolunu şaşırtır, fırtınası hiç dinmez onun. İşin kötüsü limanı da bulmak istemez. Bazılarının baktığında huzur bulduğu denizde o karanlığı görür sadece. Orada kalmak ister. Karanlık onu alsın ister, bu fırtınanın ancak böyle biteceğini düşünür çünkü. Umudunu kaybeden insan hiçbir zaman yolunu bulamaz, kızım."

Canım dedemin, beni belki de bu dünyada tek seven kişi olan dedemin sözleri kulaklarımda çınlıyor. Onun pamuk ellerini ellerimin üzerinde hissediyorum, bana o zaman anlam veremediğim ama şimdi tam yüreğimin içinde hissettiğim hikayelerini fısıldıyor. Dedem gene beni yanıltmıyor. Beni bir tek dedem anlıyor.

Dedemin umutsuzluk üzerine söylediği bu sözlerin aklıma gelmesinin bir sebebi var elbette. Geçtiğimiz günlerde tıpkı onun bahsettiği gibi yolunu kaybetmiş bir gemi demir attı bizim kafeye ve onun batmasını önlemek sadece bizim elimizdeydi.

Küçük Emre'yi sadece biz kurtarabilirdik.

Kanser teşhisi konmuş 9 yaşında bir melek

Damla Çikolatalı Kıtır Kurabiye Tarifi

Kafede hepsi bir örnek geçen günlerden biri. İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor, insanlar mutlu, insanlar çok güzel mutlu taklidi yapıyor.

Sonra içeri Selin Hanım ile oğlu giriyor. Selin Hanım, kafenin çok yakınındaki bir eczanede çalışıyor. Sevimli mi sevimli oğlu Emre'yi okuldan aldıktan sonra sık sık bizim kafeye uğruyor. Çünkü Emre bizim çikolata parçacıklı kurabiyelerimize bayılıyor. Biz de Emre'ye bayılıyoruz. Görüp görebileceğiniz en naif, en temiz, en akıllı çocuklardan biri. Hayatın en son kötülük yapacağı kişi o olmalı. Öyle olmalı.

Masalarına gidiyorum. Uzun zamandır kafeye uğramadıkları için biraz da merak içindeyim açıkçası. Emre saçlarını kestirmiş, daha doğrusu kazıtmış. Şaşırıyorum. Yine üstüme vazife olmayarak sonradan çok üzüleceğim bir cümle kuruyorum.

"Emrecim, çok yakışıklı olmuşsun böyle. Çok beğendim" diyorum.

Selin Hanım bu sözün üzerine gözlerini yerden alıp bana doğru kaldırıyor. Kıpkırmızı olmuş gözlerini o zaman fark ediyor ve yanlış bir şey yaptığımı tam o anda fark ediyorum. Ama artık çok geç. Çoktan küçük bir çocuğun yarasına dokundum ve artık başıma gelecek her türlü kötü şeyi hak ediyorum.

"Yakışıklı değilim ben. Çirkinim, çok çirkinim. Okulda herkes benden kaçıyor artık. Çirkin olmasam neden kaçsınlar ki? Melis yüzüme bakmıyor, koridorda beni görünce yolunu değiştiriyor, kalbim nasıl acıyor biliyor musun abla? Kimse benimle konuşmuyor, teneffüste benimle oynamıyor, kantinde yemek yerken bile masada tek başımayım. Sevmiyorlar beni" diyor küçük Emre kollarını önünde bağlayarak.

Gözlerim doluyor. Selin Hanım'a bakıyorum, o da aynı durumda. Daha fazla soru sormak onların canını daha fazla acıtacak biliyorum. Siparişlerini alıp hızlıca uzaklaşıyorum masadan.

Biraz sonra Selin Hanım geliyor yanıma. "Emre'nin kusuruna bakma ne olur" diyor. "Kaldıramıyor yavrum, mücadele edemiyor" diyor.

Sonra Emre'ye kanser teşhisi konduğunu, doktorların hemen kemoterapi tedavisine başladıklarını öğreniyorum. Ama doktorlar ümitli, herhangi bir operasyona gerek kalmadan tedaviyle Emre'nin bu sinsi düşmandan kurtulacağına inançları tam. Bu ilk başta Selin Hanım'la eşini çok mutlu ediyor. Kötü haberi aldıklarından bu yana ilk defa gülümsüyorlar. Öyle diyor Selin Hanım.

Ama mutlulukları kursaklarında kalıyor.

Sorun Emre. Saçlarının dökülmesine alışamıyor Emre. Kendini yarım hissediyor. "Hasta gibi değil, eksik benim oğlum" diyor Selin Hanım. Çocukluğundan vuruluyor Emre. Okulda hoşlandığı kızı kaybettiğini anlıyor önce. İlk aşkı kalp ağrısına dönüşüyor.Sonra arkadaşları sırt çeviriyor ona. Hastalığı değil yalnızlığı canını yakıyor. Kimsenin onu sevmediğini düşündükçe o da hayattan vazgeçiyor. İyileşmek istemiyor.

En azından doktorlar böyle diyor. Çünkü her şey normal ilerlemesi gerekirken Emre tedaviye cevap vermiyor. Umudu yok çünkü. Umudunu kaybetmiş. Herkes ona sırt çevirmiş, hayat ona hiç hak etmediği bir kötülük yapmış ve bu onunla mücadele etmek istemiyor. Küçük yüreği çok yorgun. Hayallerini kaybetmiş, denizde yolunu bulamıyor.

Bu durum Selin Hanım ve eşini daha fazla yaralıyor. Çok korkuyorlar, haklılar. Doktorların tavsiyesiyle psikolojik destek de almaya başlıyor Emre. Tek istekleri Emre'nin inanması, umudunu geri kazanması ve iyileşip onlara dönmesi.

Ama Emre çoktan vazgeçmiş bile.

Bu hikayeyi kalbi yanan bir anneden dinlemek, onun gözlerinde o çaresizliği görmek beni nasıl üzüyor, anlatamam. Öyle üzülüyorum ki daha önce gerçekten hiç üzülmediğimi düşünmeye başlıyorum. Emre'nin canının yalnızlıktan yanması ve bu yüzden vazgeçmesi de bana hiç yabancı değil. O yüzden iki kat daha fazla üzülüyorum.

Olanları Umut'a anlatıyorum. Bilenleriniz, hatırlayanlarınız vardır. Umut sokaklardan bizim kafeye transfer olmuş ve benim en yakın dostum olmuştu kısa zaman içinde. Yaraları yaralarıma benzeyen Umut bu hikayeyi duyunca benden, Selin Hanım'dan, belki de Emre'den bile daha çok yıkılıyor. Çünkü onların arasında kimsenin anlayamadığı özel bir bağ var. Emre, Umut'u rol model olarak görüyor. Kafede onu görünce hep çok seviniyor, hep çok daha fazla gülüyor, hep onunla vakit geçirmek istiyor. "Bana gitar çalmayı öğretsene Umut Abi" diyor bir gün, diğer bir gün "Umut Abi, bu kurabiyeleri sen mi yapıyorsun?" diyor. Emre, Umut Abi'sini çok seviyor. Kurabiyelerden bile daha çok.

O yüzden Umut'un tepkisi beni çok da şaşırtmıyor.

**

Aradan günler, günler geçiyor. Selin Hanım ve Emre sadece bir kez daha uğruyorlar kafeye. Emre yine çok huysuz, yine çok mutsuz. Hiçbir şey yapamamak da insanın canını her şeyden çok acıtıyor.

Sonra bir gün Umut vardiya saatinde kafeden içeri girdiğinde her şey bir anda değişiyor.

Umut'un omuzlarına gelen ve sürekli topuz yaptığı, onunla özdeşleşmiş olan saçları yok artık. Umut, bir an bile tereddüt etmeden saçlarını kazıtmış.

Göz göze geliyoruz ve hiçbir şey demiyoruz birbirimize. Gözümden sessizce bir damla yaş düşüyor.

O gün Emre ve annesi gelmiyor ama iki gün sonra bir anda kafeye uğruyorlar. Masalarına oturuyorlar. Bu sefer sipariş almaya giden ben olmuyorum. Umut, elinde Emre'nin o çok sevdiği kurabiyelerle dolu bir tabakla ve çikolatalı sütle yanlarına gidiyor sessizce.

Size Emre'nin Umut'u öyle gördüğünde verdiği tepkiyi anlatmam mümkün değil. Bir anda o kadar çok duygu değişimi yaşıyor ki... Önce tanımıyor gibi bakıyor Umut Abi'sine, ardından kocaman bir gülümseme yerleşiyor suratına, sonra gözleri doluyor. Emre çocukluğuna geri dönüyor.

Umut ise sadece ona "Artık aynıyız küçük dostum. Gitar derslerine ne zaman başlıyoruz?" diyor.

Emre "Umut'u" sayesinde artık asla hep aynı yaşta kalmayacak

Dün Selin Hanım'ın eczanesine uğradım. Emre, tedaviye yavaş yavaş cevap vermeye başlamış. Hastaneye daha istekli gidiyor, sürekli okulda konser verme hayallerinden bahsediyormuş.

Emre iyileşiyormuş. Emre kurtulacakmış!

Emre dedemin bahsettiği umudunu kaybetmişti belki ama başka bir Umut ona yaşam sevinci vermiş, ona yalnız olmadığını hissettirmiş ve onu yeniden hayata bağlamıştı.

Çünkü bir zamanlar bir usta bilgenin de dediği gibi "Umudu olan bir gün mutlaka iyileşir. Bir gün sonra, bir ay sonra, belki bir ömür sonra... Ama iyileşir, toparlanır, küllerinden yeniden doğar."

Emre "Umut'u" sayesinde küllerinden doğacak ve hiçbir zaman aynı yaşta kalmayacaktı.