Gelin Beraber Çözelim: Kahve ile DNA'mızın Ne Alakası (mı) Var?
27 Şubat 2015Asıl uzmanlığı genetik olan ancak gezi ve yemek ile ilgili her şeyin tutkunu olan Burcu Çağla Yılmaz, Yemek.com için yazdı.
Yazıya başlamadan önce, içerikte bahsedeceğim konunun neden bu kadar ilgimi çektiğinin hikayesini kısaca anlatayım size.
iflscience.com isimli bir web sitesi var takip ettiğim. Genetik master'lı bir biyolog olarak pek çok meslektaşım gibi mezun olduğum alanda çalışma şansı bulamadım. Bilim insanı olamadım yani!
Böyle bir alanda uzmanlaşmak için yola çıkıyorsanız eğer, amacınız sadece deney yapmak değildir, gen bilimine bir şeyler katabileceğiniz hayaliyle akademisyen olmayı isteyerek başlarsınız işe. En azından benimki öyle olmuştu. Yüksek lisanstan sonra devam edemedi bu sevda ama gelin görün ki, bulaşmış bulundum bir kere.
Yukarıda linkini gördüğünüz web sitesi de bilim ile alakalı. Geçenlerde bu sitede bir yazı okudum. Yazının başlığı şu şekildeydi “Kahve içmek DNA’nızı hasardan koruyabilir”. Kahveyi çok severim, DNA’ya olan ilgim de malum. Diğer yandan, kahvenin sağlıkla ilişkilendirilen farklı alanlardaki etkileri konusunda haberlere alışığız ama direk DNA vurgusunun yapıldığı bir habere denk gelmemiştim daha önce. Hal böyle olunca merakla okumaya başladım yazıyı.
Makalede anlatılanı aktarabilmem için, DNA ve kahve ile ilgili kısımları ayrı ayrı değerlendirerek birleştirmem ve DNA’nın konuyla ilgisini biraz bilimsel taraftan anlatmam gerekecek önce.
Anlat bakalım, ne ilgisi var kahve ile DNA'nın?
Makalenin başlığında da geçen DNA hasarı, DNA yapı veya dizisindeki değişiklikler olarak tanımlanır. Aslında bu hasarları düzeltecek de bir mekanizmamız var ama maalesef ki her hasar için geçerli değil.
Vücudumuzun normal işleyişi sırasında serbest radikaller oluşmakta ve bu radikaller antioksidan sistemlerle parçalanarak ortadan kaldırılmaktadırlar. Ancak, çeşitli nedenlerle bu işleyiş sonucu oluşan reaktif oksijen türlerinin (bunlar hücre hasarı ile ilişkilendirilen moleküllerdir ve yaşlanma ve yaşlanmaya bağlı hastalıkların çoğunda önemli bir faktör olduğu düşünülmektedir) artması ve buna karşılık antioksidan mekanizmalarının yetersiz kalması sonucu oksidatif stres olarak tanımlanan ve DNA üzerinde çeşitli şekillerde hasara yol açan bir dizi patolojik olay (yapısal veya fonksiyonel bozukluk) meydana gelmektedir.
Gelelim kahveye. Kahve deyince akla ilk gelen terimin “kafein” olduğu tartışma götürmez. Diğer yandan kahve, içeriğindeki yüzlerce farklı bileşenle oldukça kompleks bir içecek. Bizim esas oğlanımız da, bu bileşenlerden biri olan klorojenik asitler. Kahve çekirdeklerinde farklı miktarlarda bulunabiliyor kendileri ve kuvvetli antioksidan özelliğe sahip.
Bugüne kadar dikkatimi çekmemişti ama makalede adı geçen bu asidi araştırırken karşıma çıkan yazılardan konu başka makalelere de gitti ve bir süre önce (hala devam ediyor mu bilmiyorum açıkçası) sık sık işittiğim “yeşil kahve” trendinin sebebini anladım sonunda. Burada o konuya hiç girmeyeceğim çünkü başlı başına ayrı bir yazı olur gibi duruyor.
Düzenli kahve içenlerin...
Konumuza dönecek olursak. Kahve ve DNA’yı ilişkilendiren söz konusu çalışmada (84 erkek denek ile yapılmış nispeten küçük bir çalışma olsa da bilim için kayda değer bir bulguyu içeriyor), içeriğinde bulunan klorojenik asitlerin antioksidan etkileri sayesinde düzenli kahve içmenin, bağışıklık sistemimizin elemanlarından olan beyaz kan hücrelerimizde oksidatif stresi indirgeyerek, kahve içmeyen gruba göre (onlara sadece su içirmişler) daha az DNA hasarının gerçekleştiği gösterilmiş.
Buradan, kahve içmenin tek başına bizi sağlıklı tutacağı fikri ya da ne kadar kahve o kadar güçlü DNA gibi bir slogan çıkmıyor tabii ki ama araştırmacılara göre, kahvenin, yukarıda okumuş olduğunuz türden hasarlar kaynaklı birtakım hastalıkların oluşumunu erteleyebileceğini gösteriyor.
Özetle, DNA’mızın günde kaç bardak kahve içmemizden hoşlanacağından (bu çalışmada günlük 750 ml vermişler) emin olmamakla birlikte, sizleri bilemiyorum ama bir günümü düşündüğümde, hatta yıllarımı da dahil edebilirim buna, kahve, sohbetimden hayal dünyama.. güne başlayışımdan üşümüş ellerime.. dinlediğim müzikten okuduğum kitaba... işe odaklanmamdan uykusuzluğa direnmeme... sabah keyfinden uzun toplantılara... kan basıncımdan DNA sağlığıma (bu da cilası oldu sanki