***
Sonra yıllar, yıllar geçiyor. Yetişkinlerin "aklının ereceği yaş" dediği yaşlara gelmişim. Okuldan çıkmışım, üstümde okul üniforması, eve geliyorum. Ve benden saklanan ve o günden sonra tüm hayatımı mahvedecek o gerçeği öğreniyorum. Ben 9 yaşıma girdiğim gün babamın intihar ettiğini öğreniyorum. Yani babamı almamışlar benden, babam kendi gitmiş. Bile isteye gitmiş, terk etmiş. Doğum gününde kızına böyle bir hediye vermek istemiş.
Annemle birlikte büyüyoruz sonraki yıllarda, birbirimizin yaralarımızı sara sara. Ama ben hiçbir zaman tam olarak iyileşemiyorum. Doğum gününde babası ölen bir kız iyileşebilir mi? Dünyada kaç kişinin başına gelebilir ki bu? Kaç kişi böyle bir yarayla hayatının sonuna kadar yaşamak zorunda kalabilir?
Ondan sonra hayatıma giren, dokunan, teğet geçen her erkek beni -babam gibi bile isteyerek- terk ettiğinde ben her seferinde bir kez daha öksüz kalıyorum. Yarım kalıyorum. Her terk ediş, her ayrılık bir cenaze töreni benim için. Yası insanın tüm hayatına yayılan bir ölüm acısı...
9 yaşından sonra en hızlı büyüyen çocuk benim. 9 yaşından sonra hiç yaşlanmayan çocuk da benim. Doğum günü pastam bir daha hiç olmadı benim, o gün çöpe atılan pastanın üzerindeki hiç yanmamış mumlar gibi hiçbir dileğim de gerçek olamadı.
Bunları anlatmamın sebebi bundan birkaç gün önce doğum günüm olması. Kafedeydim, çalıştım, eve gittim ve çoraplarımı dizime kadar çekip uyudum. Bu seneyi de atlattım derken doğum günümden iki gün sonra kafeye bırakılan bir mektup hayatımı tümden değiştirdi.
O gün vardiyam öğle saatlerinde başlıyordu. Kafeye gittiğimde orada çalışan arkadaşlarımdan Burcu, bana dörde katlanmış bir kağıt uzattı. "Sabah erken saatlerde bir kız gelip bunu bıraktı. Okumadan sana vermem gerektiğini söyledi ve koşa koşa gitti" dedi. Merakım daha da artmıştı. Kim bana mektup bırakabilirdi ki? İçine ne yazabilirdi ki?
Aklımda bu sorularla tüm gün nefes almadan çalıştım. Yoğun bir gündü. Masalar hiç boşalmıyor, boşaldı mı hemen doluyor, siparişler birbirine karışıyordu. Ama cebimde taşıdığım o mektup bana anlamsızca bir yaşam sevinci veriyordu. Daha içinde ne yazdığını bilmeden hayatımı değiştirmişti sanki.
Kafe kapandıktan ve biz etrafı topladıktan sonra kendime bir kahve yaptım ve masalardan birine geçerek mektubu okumaya başladım.
"Bu mektubu sana teşekkür etmek için yazıyorum. Çünkü farkında olmasan da sen benim hayatımı kurtardın"
"Sevgili ismini bilmediğim kafede çalışan kız,
Bu mektubu sana teşekkür etmek için yazıyorum. Çünkü farkında olmasan da sen benim hayatımı kurtardın.
Geçtiğimiz hafta kafede bir masada saatlerce oturup hayatımın bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmesine izin vermiştim. Hayatımın her anını didik didik ettiğim, kendimi suçladığım, her şeyden vazgeçtiğim ve en son kesin kararımı verdiğim anda senden hesabı rica etmiştim.
Sen hesabı getirdiğinde büyük olasılıkla bunun hayatımı kurtaracağını bilmiyordun. Sadece adisyonu verip gidebilir, bana herhangi bir sinir bozucu müşteriymişim gibi de davranabilirdin. Ama bunun yerine sen sıradan bir peçeteye gülen bir surat çizerek beni fark ettiğini gösterdin. İçimin ağladığını gördün sen, beni gördün, gerçek beni gördün, acılarıma dokundun. "Gülümse" dedin adeta, "Her şeye rağmen gülümse". Bu belki senin için bir anlam ifade etmiyor olabilir ama peçeteyle verdiğin o not beni gerçekten gülümsetmeyi başardı.
"Sen bu şişman bedenin altına saklanan o çok zayıf, o çok güçsüz kızı gördün"
Sen o peçeteyi bana uzattığında bu kızın hayatı boyunca yalnız bırakıldığını, aşağılandığını, istenmediğini bilemezdin. Daha önce iki kez kendini öldürmeye çalıştığını ve başaramadığını da...
Hayatım boyunca itilip kakıldım ben. İnsanların hep en kötüsüne denk geldim. Öğrenciyken hep sınıfın en çalışkanıydım mesela, herkes sırf bu sebepten benimle dalga geçti, dışladı beni. Ben de beni sevsinler diye bilerek kötü notlar almaya başladım bir süre sonunda. Çalıştım da derslerime, elimde değildi ama ya boş kağıt veriyor ya da bilerek yanlış cevaplar yazıyordum. Sınıfta kalınca da sevmediler beni. Ailem, öğretmenlerim, okul yönetimi nefret etti benden bu sefer de. Lisede okulu bırakmak zorunda kaldım.
İnanmazsın belki ama çok zayıftım ben önceden. Böyle incecik belim, çıtı pıtı bacaklarım vardı. Dalga geçtiler, "sıska" diye gülüştüler arkamdan, akla gelmeyecek bir sürü şey söylediler. Beni çirkin olduğuma inandırdılar. Ben de yemek yemeye başladım, ama sanki daha önce hayatımda hiç yemek yememişim gibi yiyordum. Günde 8 öğün yemek yiyor, gene doymuyordum. Sonra işte o gün kafede gördüğün sandalyeye sığamayan kız oldum. İnsanların sokakta kaşlarını çatarak baktığı, uçakta, metroda, sinemada yanına kimsenin oturmak istemediği, inceden inceye acıdığı... Ne yapsam kendimi kimseye sevdiremedim.
O gün kafeye geldiğimde doktor randevumdan çıkmıştım. Doktor, kilo vermezsem ölebileceğimi söylemişti. Sevgisizliğin sonucu ölümmüş onu anladım o gün doktorun odasında otururken. Sonra kafeye geldim, bunları düşünürken, o gelmeden belki de benim ona gitmem gerektiğini düşünürken sen geldin ve beni gördün. Daha önce beni görmeyen tüm insanlara inat sen benim o yaralı duruşumun arkasındaki paramparça kızı gördün. Bu şişman bedenin altına saklanan o çok zayıf, o çok güçsüz kızı gördün.
Eğer o gün o peçeteyi bana vermeseydin o gece kendime çok daha fazla zarar verebilirdim. Ama elimde olmadan beni gülümsetmeyi başardın sen. İçime umut doldurdun, ertesi sabah uyanma isteğim oldun.
O yüzden çok teşekkür ederim. Günümü güzelleştirdiğin ve beni yeniden hayata inandırdığın için teşekkür ederim."
***
Mektubu okumayı bitirdiğimde ve mektuba yapıştırdığı fotoğrafa bakıp o günü hatırladığımda gözlerimden belki de ilk kez mutluluk gözyaşları süzülüyordu. İçimden o an öyle geldiği için yaptığım bir hareket hiç tanımadığım bir kıza umut olmuştu, onu korumuştu.
Babam, 9. yaş günümde o akşam evin kapısından girmiş gibiydi sanki. Gelmişti, hayattaydı ve yüzünde her zamanki o hafif gülümse vardı. "Haydi güzel kızım, şimdi bir dilek dile ve mumları üfle" dedi.
19 senedir içimde tuttuğum o dileği sonunda gökyüzüne üfledim. İçimden bir his gerçek olacağını söylüyordu.