Yemek.com

Kanserle Savaşan Çocuklara Bağışlamak İçin Saçlarını Uzatan Küçük Özgür

2 Haziran 2017

"İnsanların manzarası vardır. Mesela sen bir akşam üzeri deniz kenarısın."

Sevdiğim adama bakarken aklımdan bunlar geçiyor. Ona bakmak huzuru hissetmek, ona bakmak dalgalar ne kadar büyük olursa olsun onlarla savaşmaya gönüllü olmak demek. O hırçın dalgaların vurduğu bir deniz kenarı, ben tüm kumdan kaleleri yıkılmış, dondurması yere düşmüş, iki gözü yaşlı bir kız çocuğu... O hem benim huzurum, o hem benim yaram. O kalelerimi yıkan, beni koca dünyada yapayalnız, savunmasız, sığınmasız bırakan... Ben her seferinde hiç vazgeçmeden kıyısında bekleyen. Başka denizlere açılmayı hiç düşünmeyen. Başka limanlara hiç uğramayan...

Sevdiğim adamı her gün gördüğüm ve bana en çok acı veren günlerinde aklımdan geçenlerdi bunlar. Onun bir manzarası vardı ve ben onu ölünceye kadar her gün bıkmadan izleyebilirdim. Onu severken öğrendim insanların bir manzarası olduğunu. Ama şimdiye kadar ondan hariç bir manzarayı hatırlatan başka biriyle karşılaşmamıştım.

Ama bu hafta kafeye öyle biri geldi ki onun manzarası tüm dünyayı saracak kadar güçlüydü. O, küçük bedeni içinde o kocaman yüreğini taşırken sen kendini kocaman, yemyeşil bir ormanda güvende hissediyor, güneş ışınlarının önce seni sonra kalbini ısıtmasına izin veriyordun.

İnsanların manzarası vardı. Mesela o yemyeşil, sık ağaçlarla örülü, kocaman bir ormandı.

***

Bu haftanın başında akşam saatlerinde bir anne ile çocuğu giriyor içeri. Köşedeki masaya oturuyorlar. Ben diğer masalarla ilgilendiğimden Umut ilgileniyor onlarla. Ben de çok fazla önemsemiyorum. Ama çok sonradan anlayacağım ki onlar sıradan bir misafirden çok daha fazlası.

Çocuğun arkası bana dönük. Ama upuzun saçları dikkatimi çekiyor. Neredeyse beline kadar gelen sapsarışın saçları var. Kapıdan girerken yüzünü de göremediğim için sadece tahmin edebiliyorum. "Ne kadar da güzel bir kız çocuğu" diyorum kendi kendime. Ona bakarken anne olamamış her yerim acıyor.

Sonra Umut'un bir işi çıkıyor, "Masalarıma sen bakar mısın?" diyerek bir süreliğine arka tarafa geçiyor. O sırada güzel kız çocuğunun annesi uzaktan hesabı istiyor.

Adisyonu alıp masalarına doğru ilerliyorum.

Masaya gittiğimde gülümseyerek hesabı uzatıyorum küçük kızın annesine. O da bana gülümsüyor. İçinin güzelliği yüzüne yansır derler ya işte tam olarak öyle bir kadın. Sonra kafamı küçük kıza çeviriyorum ve küçük bir şok yaşıyorum.

Karşımdaki bir kız değil! Çok yakışıklı bir erkek çocuğu!

Ona uzun süre şaşkın şaşkın olarak bakmış olmalıyım ki kendime geldiğimde annesinin bana gülümseyerek baktığını görüyorum yeniden. Şaşkınlığımı anlamış olmalı. Utanıyorum çok. "Özür dilerim" diyorum, "Ben bu tatlı beyefendiyi arkadan minik bir kız zannettim de, gerçekten çok özür dilerim."

"Herkes beni kız sanıyor, ilk sen değilsin abla" diyor uzun saçlı bu 5-6 yaşlarındaki erkek çocuğu.

"Saçların çok güzel, sana da çok yakışmış. Bakma sen bana, onlara" diyorum. Küçük bir çocuğun moralini bozdum, başıma gelecek kötü her şeyi hak ettim artık.

"Yakında gidecek saçlarım zaten" diyor çocuk. Annesinin, babasının zoruyla saçlarını kestirmek zorunda kaldığını sanıyorum. Ben de küçükken okuduğum masalların etkisinde kalmış, "Anne ben Rapunzel olacağım" diye saçlarımı kestirmemek için aylarca direnmiştim. Sanmıştım ki saçlarım Rapunzel gibi olursa prensim de gelir, beni kurtarır bu taş duvarların arasından. Olmadı. Rapunzel olamadım. Ne o zaman, ne de şimdi...

Annesi giriyor söze bu noktadan sonra. "Özgür'ün saçları başkalarına umut olacak" diyor.

Anlamıyorum.

"Kanser olmak, saçlarının dökülmesi onların suçu değil ki... Hasta çocuklar hiç hiç üzülmemeli"

Yine şaşkın şaşkın bakakalmış olmalıyım ki annesi cümlenin devamını getirmek zorunda kalıyor ve bana uzun saçlı Özgür'ün hikayesini anlatmaya başlıyor.

"Özgür saçlarını uzun süredir uzatıyor. Anaokulunda bir arkadaşı kansere yakalandı ve kemoterapi görünce saçları döküldü. Özgür bundan çok etkilendi. O gündür bugündür saçlarını uzatıyor. Yeterince uzadığında onları kestirip kanser sebebiyle saçlarını kaybetmiş, kanserle savaşan diğer çocuklara peruk olarak bağışlayacak, onlara umut ve güç verecek böylece."

Dönüp Özgür'e bakıyorum uzun uzun. Bu küçük ama büyük yürekli adama hayran oluyorum. Ona kocaman sarılmak, onu kucaklamak istiyorum. Ama sadece ağzımdan "Sen çok cesur ve iyi kalpli bir çocuksun" çıkıyor.

Özgür biraz utanarak başını öne eğiyor. "Kanser olmak, saçlarının dökülmesi onların suçu değil ki... Arkadaşımın saçları döküldüğünde okuldaki çocuklar onunla çok dalga geçtiler. "Kel" dediler, "Öleceksin" dediler... Çok üzdüler onu, iyileşemedi o da. Başka çocuklar onun gibi olmasın istiyorum. Gerçi şimdi de benimle dalga geçiyorlar, "Kız Özgür, kız Özgür" diye arkamdan bağırıyor okuldaki çocuklar. Ben de üzülüyorum ama önemli değil, hasta çocuklar hiç hiç üzülmemeli. Ben saçlarımı derneğe bağışlayınca artık onların da saçı olabilecek ve hiç üzülmeyecekler."

Artık kendimi tutamıyor ve ağlamaya başlıyorum.

***

"Nasıl?" diyorum, "Nasıl bağışlıyorsunuz saçları? Benim saçım pek uzamıyor ama belki ben de birilerine anlatıp destek olmalarını sağlayabilirim."

"Kanser Savaşçıları Derneği'nin başlattığı bir kampanya 'Saçın Saçım Olsun' kampanyası. Dernek bunu kanser tanısı konmuş, tedavi yüzünden saçları dökülen kişilere ücretsiz ve doğal saçtan yapılan perukların iletilmesi amacıyla başlatmış. Gönüllülerden en az 30 cm uzunluğunda, belirli bir gürlükte ve boya gibi kimyasal maddelerle yıpranmamış saçları kabul ediyorlar ve sonrasında bunları anlaşmalı peruk merkezlerinde saçın bağışlanacağı kişinin zevkine ve isteğine göre peruk haline getiriyorlar. Çok da güzel bir iş yapıyorlar. Özgür'ün kararını ben de ilk duyduğumda senin gibi ağlamıştım. Bir çocuk nasıl böyle ince düşünebilir diye. Araştırdık karşımıza Kanser Savaşçıları Derneği'nin bu kampanyası çıktı. Biz de sabırla Özgür'ün saçlarının uzamasını bekledik, sanırız artık vakti de geldi."

Uzun saçlı, kocaman yürekli Özgür ile annesi hesabı ödeyip kafeden ayrıldıklarında ben onun orman manzarasının gölgesindeyim hala. Püfür püfür esen rüzgar ağaçların güçlü kollarından sallanan yaprakları havalandırıyor, bir köşeden kelebeklerin kanat çırpışları geliyor, bir köşeden ağustos böceklerinin sesleri... Huzurla doluyorum. Özgürleşiyorum.