***
Bu hafta kafede çalıştığım sıradan günlerden birinde kafenin müdürü yanıma geldi ve benimle konuşmak istediğini söyledi.
Aklımdan o kısa süre içinde bir sürü ihtimal geçti. Kesin kovulmuştum, gelen müşterilerin hayatına karışmam hiç doğru değildi, hele sokakta yaşayan birini işe aldırıp köpeğine bahçede bakmam hiç yakışık almamıştı.
Tüm bunları kafamda kurarken arka odada buluştuğum kafenin müdürü söze kafamı iyice karıştıracak bir cümleyle girdi.
"Yarın öğleden sonra izinlisin. Seninle bir yere gideceğiz" dedi.
Müdüre boş boş baktığımı hatırlıyorum. Sonunda ağzımdan "Nereye gideceğiz?" çıktı.
Müdür, "Yarın öğrenirsin. Birini ziyaret edeceğimizi bil, yeter" dedi.
Kafam iyice karışmıştı. O gün tüm gün kafede, gece başımı yastığa koyduğum buram buram yalnızlık kokan tek kişilik yatağımda aklımdan bunu çıkaramadım. Müdürle ikimiz nereye gidiyor olabilirdik? Beni neler bekliyordu? "Ne olur" dedim kendi kendime, "Ne olur bu sefer kötü bir şey olmasın."
Oysa ki hem olacak, hem olmayacaktı.
Ertesi gün öğle yemeği civarları, kafe kalabalıklaşmaya başlamışken müdür geldi yanıma. "On dakikaya çıkıyoruz, hazırlan" dedi. Sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Bu beni daha da endişelendiriyordu.
On dakika sonra kafenin kapısında buluştuk. Müdür, "Elindekiler ne?" dedi. "Biraz çikolatalı kurabiye aldım, birini ziyaret edeceğimizi söylemiştiniz ya, şimdi eli boş gitmek olmaz" dedim. Şimdi kızacak dedim, çok kızacak. Ama müdür ilk defa bir duygu belirtisi gösterdi ve çok içten bir şekilde güldü. "Çok iyi yapmışsın, gerçekten de bunlar onu çok mutlu edecek."
Müdürün arabasına bindik ve sandığımdan uzun bir yolculuğa başladık. Bir süre sonra şehir dışındaydık. Ağaçlı, kıvrımlı yollardan geçe geçe, hiç konuşmadan ilerliyorduk. Birkaç kez nereye gittiğimizi sormaya yeltendim ancak müdür her sorduğumda beni susturmayı başardı. Ser verecek, sır vermeyecekti. Belliydi.
***
Yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuğun sonunda açık sarı boyalı, küçük bir tarihi binanın önünde durduk. "Geldik" dedi müdür.
Binanın kapısına baktığımda tabelayı gördüm. Geldiğimiz yer özel bir klinikti. Bu kadar yolu bir hastaneye gelmek için mi katetmiştik? Ne işimiz vardı bir klinikte? Bizi burada kim bekliyordu? Yoksa benim depresyonumdan bıkıp beni buraya yatıracaklar ve bir daha hiç hatırlamamak üzere delirmeye mi terk edeceklerdi?
Bu sırada müdür arabadan indi, ben de onu takip ettim. Kliniğin beyaz boyalı, dev kapısından içeri girdik. "Hazır mısın?" diye sordu müdür. "Neye hazır mıyım, neden buradayız, anlayamıyorum" dedim. Müdür yine gülümsemekle yetindi ve tahta trabzanlı merdivenleri ağır ağır çıkmaya devam etti.
Merdivenlerden çıkınca uzun, geniş bir koridora girdik. Hastane, sıradan bir hastaneye göre çok sessizdi. Koridorlar boş, hemşireler telaşsızdı. Nereye gelmiştik biz böyle?
Tam bu sırada biri omzuma dokundu. İstemsizce arkamı döndüğümde omzuma dokunan elin sahibi bana tüm gücüyle sarıldı. Hayatımda daha önce kimse bana böyle sarılmamıştı. İnce, narin kolların boynuma dolandığı o anda saatlerce kalmış olabiliriz. Bana o aslında birkaç saniye olan süre saatler sürmüş gibi geldi. O ana hapsolmuş gibiydik ve ben hala bana sarılan bu narin kolların kimin olduğunu bilmiyordum.
Sarılma bitip kolları bedenimden ayrıldığında onu gördüm. Karşımda hayatımda sadece bir kez gördüğüm ama asla unutmayacağım biri vardı. Çok çok güzel, sarışın, incecik, kibar bir kadın.
Esra'nın annesi!
***
Esra'yı hatırlamayanlar olabilir. Esra, dört yaşında güzeller güzeli bir kız çocuğu. Onunla kafedeki doğum günü partisinde tanışmıştık. O gün kendi masalının kahramanı olmuş ve çok sevdiği deniz kızlarının dünyasında son kez doğum gününü kutlamıştı. Çünkü doktorlar Esra'nın bir yıldan az zamanı kaldığını ve öleceğini söylemişlerdi. Ailesi de ona unutamayacağı, hayallerinin gerçek olacağı son bir doğum günü partisi yapmak istemişti. İşte Esra ile biz o gün tanıştık. Ve az önce şehir dışındaki küçük bir kliniğin koridorunda uzun uzun sarıldığımız annesiyle de...
Esra'nın annesi, bana gözleri dolu dolu bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden ama gözleriyle konuşarak bana uzun uzun bakıyordu. Bir şey sormaya korkuyordum. Kötü bir şeyler duymak, hep korktuğumuz şeyin başımıza gelmesinden ölesiye korkuyordum. Susuyordum, uzun uzun susuyordum.
Ama sonunda dayanamadım ve sordum: "Her şey yolunda mı? Esra? Esra iyi mi?"
Sesim titriyordu.
Esra 10 gün önce öldü
"Esra 10 gün önce öldü."
Esra 10 gün önce öldü. On gün önce... Esra... Öldü. Esra öldü. Esra ölmüş.
Öyle olur ya hani, bir ölüm haberi aldığınızda başta asla tepki veremez, bir damla gözyaşı bile dökemezsiniz. Kalırsınız öyle, felç geçirmiş gibi kalırsınız. Ama sonra, sonra... Sonra içinizde düğüm olmuş üzüntü birden çözülür ve kendinizi bırakırsınız. Bazen için için, bazen çığlık ata ata ağlarsınız. Bana da öyle oldu. Esra'nın annesinin ağzından çıkan bu cümleyle birlikte önce hareketsiz kaldım, sonra farkında olmadan gözyaşlarım hızlı hızlı gözlerimden yanaklarıma, yanaklarımdan çeneme, çenemden boynuma doğru inmeye başladı.
Tam bu sırada Esra'nın annesi yine bana bir adım attı, bu sefer kollarımı tutarak şöyle dedi:
"Ağlama, ağlama, ne olur, ağlama. Esra bize geri döndü. Esra bizi bırakmadı. Bırakmayacak da... Esra artık hiç olmadığı kadar aramızda" dedi.
Neler oluyordu?
Kadın, şaşkınlığımı görünce beni koridordaki sandalyelerden birine oturttu ve kendi de yanıma oturdu. Ve konuşmaya başladı:
"Sana her şeyi anlatacağım. Bugün sizi buraya davet etmemin sebebi de bu. Siz Esra'ma dünyanın en güzel, en mutlu gününü geçirttiniz ve o gün bugün de bizi aradınız, sordunuz, yalnız bırakmadınız. Size çok şey borçluyuz, çok.
Yalan söylemedim. Evet, Esra'yı 10 gün önce kaybettik. Yeniden tedaviye başlamıştık. Bu sefer deneysel bir tedavi uygulanıyordu. Riskli demişti doktorlar. Ama kabul ettik. Onu yaşatmak için, o ihtimal için artık her şeye razıydık. Sonra tedavi gördüğü o sıralarda bir akşam ciddi bir kriz geçirdi Esra. Aniden, biz daha ne olduğunu anlamadan kalbi durdu. Evdeydik o sırada, hemen hastaneye getirdik. Onunla vedalaşmaya hazır değildik. İnsan kendini buna ne kadar hazırlarsa hazırlasın hiçbir zaman tam olarak hazır olamıyor çünkü. İnsan sevdiğini tamamen kaybedebileceğini hiçbir zaman kabullenmek istemiyor.
Hastanede yeniden çalıştırdılar Esra'nın kalbini. Minik bedeni tedavilerden ne kadar yorgun düşmüş olsa da Esra savaşmaya devam etti. Bizden, kendi geleceğinden vazgeçmedi. Birkaç gün içinde yeniden eski haline döndü. En güzel haberi ise sona sakladım: Esra iyileşiyor! Deneysel tedavi sonuç vermeye başladı. Doktoru iyiye gittiğini ve bedeninin tedaviye cevap verdiğini söylüyor. Yaşayacak diyor. Düşünsene Esra, benim kızım, benim Esra'm yaşayacak. Onun okula başladığını da, üniversiteden mezun olduğunu da, aşık olduğunu da, sevdiği adamla evlendiğini de görebileceğim. Bir anne daha fazla ne ister ki?"
Bu son cümleden sonra Esra'nın annesi sustu. Ağlıyordu. Hayatının son dönemini hep ağlayarak geçiren bu güzel kadın bu sefer tüm bunlara nasıl katlandığını düşünerek gözyaşı döküyordu. Bu sefer onun gözyaşlarını silen ben oldum. Ellerini tuttum ve "Hepsi geçti, kötü rüyalar bitti. Her şey geçti" dedim.
Gülümsedi. Gülümsediğinde Esra'nın ne kadar çok ona benzediğini fark ettim. "Nerede şimdi? Nerede Esra, onu görebilir miyim?" dedim.
Esra'nın annesi kolumdan tuttu ve beni koridorun sonundaki odaya götürdü. Ağır ağır yürürken ikimiz de gülümsüyorduk.
"Bana dünyanın en güzel Anneler Günü'nü armağan eden kızım..."
Odaya girdiğimizde Esra yatakta yatıyordu. Babası yanında elini tutuyordu. Hayatımda bir kez gördüğüm bu küçük kız, doğum gününü son kez kutladığımızı sandığımız bu güzeller güzeli kız karşımdaydı yeniden, sağlığına kavuşmak, hayatında ilk defa gerçekten çocuk olmak üzereydi.
O sırada tüm yol boyunca kucağımda taşıdığım kurabiyelerin hala elimde olduğunu fark ettim. Esra'ya yaklaştım, yatağının kenarına çömeldim, "Hoş geldin Esra. Bunlar senin için" dedim.
Sonra, sonrası tam bir rüya gibi. Onunla bir kliniğin odasında geçirdiğimiz o akşamüstünü hayatım boyunca unutmayacağıma eminim. Masum küçük bir kız çocuğunun tüm umutların tükendiği anda yeniden hayata dönmesi kadar güzel çok az şey var şu dünyada.
Arabayla yeniden şehre dönerken ise kafamda tek cümle çınlıyordu. Esra'nın annesinin kızına hasta yatağında sarılırken söylediği şu cümle: "Bana dünyanın en güzel Anneler Günü'nü armağan eden kızım, sen bana her şeyimi geri verdin."
Anneler Günün kutlu olsun güzel kadın. İyi ki varsın.