Ramazanda İhtiyaç Sahipleri İçin Sokağa Yemek Dolu Masalar Kuran Nişantaşı'ndaki Kafe
28 Mayıs 2017Geçen sene ramazanda henüz bu kafenin beni daha iyi bir insan yapacağını bilmiyordum, eski kurumsal iş yerimde çalışıyordum ve çok aşıktım.
***
O zamanlar bana sorsalar buna aşk demezdim elbette. Aramızda da resmiyete dökülmüş bir şey yoktu. Sanki hisleri gerçek anlamda adlandırabilirmişsin gibi, kategorilere ayırabilirmişsin gibi insanlar onlara isim takmaya çalışıyorlar. Benim için onun hayatıma dahil olmuş olması bir varoluş sebebiydi. Öyle değil midir? Biri, belli biri için varsan bu dünyada gerçekten varsındır. Diğer türlü sadece gelip geçen bir gölgesindir hayatta. Kimsenin hayatında ilk üçe giremiyorsan yoksundur aslında. Varsındır ama yoksundur. Varoluşun bir problemdir.
İşte o gelince ben de var olmuştum. Onun adımı söylemesi, yanıma sıcaklığını bırakması, bana hayatında bir yer ayırmış olması benim yaşamam için yeterliydi. Dahasını istemeye de gerek yoktu. Mutluydum işte, dahasını istemedim. Sadece hep kalsın, hep gözümün içine baksın, hep adımı söylesin, beni görünce mutlu olsun, her şeyini bana anlatsın istedim. Ama olmadı. Beni sever gibi yapmaktan vazgeçti bir gün, elimi bıraktı, başka denizlere gürül gürül aktı. Üstelik bir hoşça kal bile demeden...
Her neyse, konumuz bu değil. Konumuz geçen ramazan. Hayatımda en mutlu olduğum ramazan. Onunla olduğum tek ramazan. Bir gün ofisten çıkarken yanıma geliyor ve iftara beraber gitmemizi öneriyor. İçim coşa coşa kabul ediyorum. Onunla geçireceğim birkaç saat benim cennetim çünkü. İşten çıkıp iftara gidiyor, orucumuzu açıyor, karnımızı doyurup gittiğimiz mekandan ayrılıyoruz.
Onun tişörtünün kolu benim çıplak koluma değerken dünyayı unutmuş gibiyim. Ama sonra bir köşede yere çömelmiş, ağlayan bir adam görüyorum. 40-50 yaşlarında... Ağlıyor. Kocaman adamların ağlaması benim canımı çok yakıyor. Sevdiğim adamın gölgesinden ayrılıyor, ağlayan amcaya yöneliyorum. Yanına çömelip neyi olduğunu soruyorum. Sevdiğim adam da beni takip ediyor. Ağlayan adam, "Çok açım kızım, param yok diye kimse bana yiyecek vermedi, orucumu açamadım" diyor. Ağlamaya devam ediyor. Öyle üzülüyorum ki... "Gel amca diyorum, seninle bir yerlere gidip yemek yiyelim."
"Olmaz" diyor, "Belki kuru bir ekmek, bir simit olur ama bana yemek ısmarlamak zorunda değilsiniz, kabul edemem bunu" diye inana inana söylüyor. Ama sonunda ısrarlarımıza dayanamıyor ve onunla bir esnaf lokantasına gidiyoruz. İhtiyacı olduğu halde kimsenin yardım etmediği bu adam onu ramazanda açlığa mahkum eden insanlara rağmen gülümseyerek çorbasını içiyor, ekmeğin köşesinden ısırıyor, yemeğini çatallıyor. Adam mutlu, ben mutluyum, sevdiğim mutlu. Dünya mutlu. Birinin doyduğunu görmek çok güzel. Birine yardım etmek çok çok güzel.
Bu sene ramazanın yaklaşmasıyla bu hikaye geliyor aklıma. O adamı düşünüyorum. O adam, ben, sevdiğim adamın oturduğu o esnaf lokantasını düşünüyorum. Aklıma çok güzel bir fikir geliyor.
Bu ramazan herkes için güzel geçsin diye...
Kafede birkaç gün önce müdür hepimizi toplamış, ramazan dönemiyle ilgili neler yapmamız gerektiğini anlatmıştı. Ama o sırada geçen sene tanıştığım adam aklıma henüz düşmemişti.
Bu olayı hatırlar hatırlamaz soluğu müdürün odasında alıyorum. "Size söylemem gereken bir şey var" diyorum. "Dinliyorum" diyor. Başlıyorum anlatmaya.
Biz her gün kafede yenmeyen, normalde çöpe gidecek yemekleri sokak hayvanlarına bağışlıyoruz. Bu da benim fikrimdi ve şimdiye kadar çok güzel işledi. Diyorum ki "Ramazan boyunca o gün içinde yenmeyen sandviçleri, simitleri, kekleri, börekleri bu sefer ihtiyacı olan insanlara versek, kimse aç kalmasa, herkes ücretsiz doyurabilse karnını..."
Müdür düşünceli düşünceli bakıyor bana. "Nasıl yani, iftar saatinde kafeyi iftar çadırı gibi bir yere mi dönüştürmekten bahsediyorsun?" diyor.
"Yok" diyorum, "Kafenin önüne birkaç masa, bir portatif buzdolabı koyarız, belki bir de semaver; isteyen ne isterse alır, dilediği gibi yer, orucunu açar."
Müdür biraz düşündükten sonra fikrime sıcak bakmaya başlıyor. "Haydi yapalım" diyor, "Bu ramazan herkes için güzel geçsin."
"İhtiyacı olan alabilir. Her şey ücretsiz. İyi ramazanlar!"
Dün ilk iftardı. Planımızı hayata geçirmek için kafenin önüne bahçeden birkaç masa çıkardık. O günden artan yiyecekleri de kaplara yerleştirdik, soğuk saklanması gerekenleri de kullanmadığımız portatif bir buzdolabına koyduk. Bir de yeni demlenmiş çayın olduğu semaveri koyduk yanlarına. Plastik bardaklar, çatallar, tabaklar... Nişantaşı'nın sıradan halkı şaşkın. "Ne yapıyor bunlar?" diye boş boş bakıyorlar. Ama biliyorum, birilerinin hem kalbine hem de midesine dokunacak bu sahne. Bu ramazanda tüm mutsuz insanlar mutlu olacak. Bu ramazan birilerinin hayatına dokunulacak.
Duvara da bir kağıt asıyoruz: "İhtiyacı olan alabilir. Her şey ücretsiz. İyi ramazanlar!"
İftar saatine doğru meraklı bir kalabalık toplanmaya başlıyor kafenin önünde. Çoğu bakıyor, birileri fotoğrafını çekiyor, birileri birilerini arıyor. Ezan okunup iftarlar açılmaya başlayınca sokaklar da boşalıyor. Ama biraz zaman geçince koyduğumuz yemekleri alan ama alırken de çekinen insanlar dolduruyor etrafı. "Alın lütfen" diyorum, "İstediğinizi, dilediğiniz kadar alabilirsiniz. Orucunuz kabul olsun."
Evsizler, kağıt toplayan abiler, sokakta mendil satan çocuklar ve yetişkinler, ihtiyaç sahipleri, iftar saatini kaçırmış olanlar bir bir yiyorlar normalde çöpe gidecek olan taze yemekleri. Birbirlerinden cesaret alıyorlar. Mutlulukları yüzlerinden okunuyor. Her biri tek tek teşekkür ediyor bize, her biri daha umutla bakıyor dünyaya artık.
Dün akşam, biz ilk denememiz olmasına rağmen bir grup insanı mutlu etmeyi başarıyoruz. Geçen ramazan tanıştığım adam gibilerin ne kadar çok olduğunu anlıyorum ben de o akşam. Ne kadar görülmeyi bekleyen insan var. Ne kadar çok yardıma ihtiyacı olan ama söyleyemeyen var. Karnını doyurup elinize sağlık diyen herkese aynı şeyi söylüyorum:
"Yarın da buradayız, öbür gün de, ramazan bitene kadar her gün de. Bekleriz. Bu ramazan çok güzel geçecek."