Kafedeki Doğum Günü Partisine Kimse Gelmeyen Küçük Kızın Mutlu Biten Hikayesi
5 Temmuz 2017Yalnızlık, Schrödinger'in kedisi gibi, hem ölü hem diri, ne ölü ne diri...
Yalnızlığı yanlış biliyorlar. Yalnızlık bir durum değil, bir bulunma halidir mesela. Yalnız kalmazsın, yalnız bırakılırsın. En ufak tıkırtının gök gürültüsü gibi geldiği, en küçük hareketin en büyük umuda dönüştüğü bir işkence halinde bırakılma ve kalma halidir o. Kaçamadığın, saklanamadığın, tüm dünyaya görünmez olup kendinin en çıplak, en savunmasız haline en görünür olduğun haldir yalnızlık. Ve bir şey daha söyleyeyim mi, yalnızlık dünyanın en kötü şeyi değildir. Yalnızlıktan daha kötüsü, en kötüsü kimsesizliktir.
Ben, yalnız değil kimsesiz olan ben yani kafedeki kız, bu hafta en az benim kadar sevgisiz bırakılmış, tüm dünyanın terk ettiği küçük bir kızın tek bir günlüğüne, tek bir anlığına yalnızlığını unutmasına yardımcı olacaktım. Onun acısına ortak olacak, onun tek bir gülümsemesini dünyaya değişmeyecektim.
**
Geçtiğimiz günlerde kafeye bir telefon geldi. Telefonun ucundaki ses yaşlı bir kadına aitti. 9 yaşına girecek olan torununun doğum günü için kafede bir masa rezerve edip edemeyeceğini soruyordu. "Tabii" dedim, "Kaç kişilik bir masa ayarlayalım?" Torununun okuldan arkadaşları gelecekti, on kişilik bir masa yeterli olur diye düşünüyorlardı. Pastayı da biz hazırlayabilir miydik? Torununun en sevdiği renk pembeydi, ona göre bir şeyler ayarlayabilirsek ne de güzel olurdu.
Sesinden oldukça tonton bir kadın olduğu belli olan anneanneyle diğer detayları da konuştuktan sonra telefonu kapadık. Kafede çok sık böyle doğum günleri, yıl dönümleri, kutlamalar, evlilik teklifleri olurdu, kafe çalışanları olarak bunlara çok alışıktık. Ama en son küçük Esra'nın doğum gününden beri bir çocuk için böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmamıştık. Bu yüzden tonton anneannenin telefonundan diğer kafe çalışanlarına bahsettiğimde hepimizi derin bir hüzün kapladı. Çünkü biliyorduk, o günü hiçbirimiz kolay kolay unutamayacaktık. İşte bu yüzden bu 9 yaşında kocaman bir kız olacak çocuğun doğum günü güzel geçmeliydi. Hem onun için, hem bizim için, hem de küçük Esra için.
Doğum günü olacak gün kafenin en güzel köşesine güzel bir masa hazırladık. Cem Usta gene yeteneklerini konuşturup harika bir pasta yaptı. Her şey hazırdı, tek eksik doğum günü kızının gelmesi, masanın baş köşesine oturması, arkadaşları geldiğinde onlara kocaman sarılıp hediyelerini heyecanla açması, pastasındaki mumları üfleyip gelecekten güzel bir şeyler dilemesiydi.
Biz de heyecanla onları beklemeye başladık.
Anneanne, saat 3'te doğum gününün başlayacağını söylemişti. Saat 2'yi çeyrek geçe kafeden içeri yaşlı, beyaz saçlı bir kadın küçük bir kızın elinden tutarak girdi. Beklediğimiz misafirlerimiz gelmişti. Küçük kızın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Masasını görünce daha da heyecanlandı, biraz da utandı. Yüzünden okuyabiliyordum; kendini ilk defa özel hissetmiş gibi bir duruşu vardı. Sanki bunu hak etmiyormuş da ona dünya büyük bir iyilik yapıyormuş, o da bunu o küçük omuzlarında taşıyamıyormuş gibiydi. İşte o zaman anladım. Onun yaraları da benimkindendi. Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar. Onun da içi sızlıyordu. Görebiliyordum.
Misafirlerimizi masalarına oturttuktan sonra yanlarından uzaklaştım. Birazdan kafeye neşeli, kaygısız sesleriyle bir sürü çocuk dolacak, masum gülüşmeleriyle kafenin bir sürü acıklı hikayeye tanıklık eden duvarlarını biraz olsun aydınlatacaklardı.
Ancak bir terslik vardı. Dakikalar geçiyordu ama kapıdan içeri hiçbir çocuk girmiyordu. Adının Hülya olduğunu öğrendiğim küçük kızla anneannesi koskoca masada diz dize sessizce oturuyorlardı. Zaman geçtikçe Hülya'nın yüzündeki gülümsemesi daha da siliniyor, hatta ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
Saat 2:45, 2:50, 3:00, 3:15, 3:30 oldu, hala gelen tek bir kişi yoktu. Sonra arkamda bir ses duydum. Döndüğümde anneanne karşımdaydı. "Kızım, biz hesabı alıp kalkalım artık" diyordu. Şaşkındım. "Ama daha parti başlamadı, Hülya pastasını kesmedi, tadına bakmadı bile" dedim yanlış bir şeyler söylemekten korka korka. "Belli değil mi kızım, gelmeyecekler işte. Hülya daha fazla üzülsün istemiyorum. Ben onu parka götürürüm, bir şekilde oyalarım. Benim hatam zaten. Göz göre göre arkadaşlarının onu yeniden hayal kırıklığına uğratmasına, kalbini incitmesine izin verdim. Onu en mutlu olması gereken günde yeniden yalnız bırakmalarına ben izin verdim."
Tonton anneanne, torunundan bile daha fazla üzgündü şimdi. Kendini suçluyordu. "Sizin suçunuz nasıl olabilir ki? Gelmedilerse bir sebebi vardır elbette ki. Çocuklar doğum günlerini çok severler, geleceklerdir, siz biraz daha mı bekleseniz?" diye sordum.
"Ah, bu onların Hülya'ya ilk kez kötü davrandıkları zaman değil ki. Benim de haberim yoktu. Öğretmeninden yeni öğrendim. Hülya kendi üzülür, ben üzülürüm diye anlatmaz. Annesi ölüp babası onu terk ettiğinden beri biz ikimiziz koca dünyada. Onu ben büyüttüm. Öğretmeninin dediğine göre sınıf arkadaşları onunla annesi, babası yok diye dalga geçiyorlar; biraz da kilolu diye şişko diyerek onu itip kakıyor, oyunlarına almıyor, teneffüslerde, yemek yerken onu yalnız, yapayalnız bırakıyorlarmış. Ah, bunu duyduğumda nasıl üzüldüm, şimdiye kadar nasıl anlamadım diye nasıl kendimi yiyip bitirdim. Biz ikimiz birbirimize yetiyoruz ama ben artık 70 yaşında yaşlı bir kadınım. Onun çocuklarla çocuk olmaya, hiçbir şey düşünmeden eğlenmeye, mutlu olmaya hakkı var. Bu yüzden doğum günü istiyorum diye tutturunca hayır diyemedim. Herkese söyledim sınıftaki dedi, geleceklerine söz verdiler dedi. Nasıl mutluydu bunları söylerken. Onu belki de ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Kıramadım onu, yüzündeki gülümsemenin silinebileceğini ona söyleyemedim. Ama şimdi korktuğum oldu. Şimdi kalbi o kadar kırık ki bir daha onu nasıl onaracağımı hiç bilemiyorum."
Anneanne sözlerini bitirince uzun bir sessizlik oldu. Ama ben buna göz yumamazdım. Hülya'nın kimsesizlikle tanışması bu kadar acımasız olamazdı, olmamalıydı. Kimse benim gibi tüm ömrüne yayılan bir yalnızlığa mahkum bırakılmamalıydı. Sonra aklıma bir fikir geldi. "On dakika daha bekleyebilir misiniz? Lütfen... Ben hemen bir yere gidip geleceğim. Sonra isterseniz gidersiniz" dedim. Anneanne çaresizce başını salladı.
"İyi ki doğdun..." Doğduğundan beri duyduğu en güzel cümle... İnanmayı gerçekten istediği tek cümle...
Kafeden Umut'u da peşimden sürükleyerek ayrıldığımda kafenin çok yakınlarında yer alan dans okuluydu istikametim. Sahibi Melike Hanım kafenin çok eski ve en sadık müşterilerindendi. Dans okuluna varınca Melike Hanım ile konuştum ve bugün yaşananları anlattım. Tam on dakika sonra bir sürü çocukla birlikte kafenin kapısından içeri giriyorduk.
Hülya bizi gördüğünde o kocaman yaşların doldurduğu gözleri parıl parıl parlamaya başladı. Şaşkın şaşkın etrafa bakıyordu. Kendi yaşlarında ama hiç tanımadığı çocuklar onun yanına geliyor, onu öpüyor, ona sarılıyor ve "İyi ki doğdun" diyordu. İyi ki doğdun... Doğduğundan beri duyduğu en güzel cümle... İnanmayı gerçekten istediği tek cümle...
Hülya, o gün çok güzel bir doğum günü geçirdi kafede. Gerçekten mutlu olduğunu hissedebiliyordum, içi sızlamadan mutlu olmayı öğrenmişti artık. Bir sürü yeni arkadaşı olmuştu onu yargılamayan, onu sadece o olduğu için seven. Ona yalnız olmadığını ve yalnız kalmak zorunda olmadığını hissettiren...
9 yaşına giren Hülya, bir günlük de olsa yalnızlığın acımasız duvarlarını aşmış ve sevilmenin ne kadar sıcak bir duygu olduğunu ilk kez anlamıştı. Biliyordum, çünkü pastasındaki mumları üfledikten sonra ona ne dilediğini sormuştum. "Sana söylerim ama sakın kimseye söyleme" demişti kulağıma eğilerek, "Bir daha masada asla tek başıma oturmamayı diledim" demişti.
Umarım dileklerin kabul olur Hülya, iyi ki doğdun küçük, güzel kız!